Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
DP kongresi |
DP’nin 22 Temmuz seçiminde 5.4’e düşmesinde en çok rolü olduğu söylenen iki sebepten biri cumhurbaşkanı seçiminin ilk turunda Meclise girilmemesi, diğeri de DP ile ANAP’ı birleştirme girişiminin son anda fiyasko ile sonuçlanması olarak ifade edilegeldi. O zamanki fiyasko, geçtiğimiz hafta sonu yapılan kongre ile telâfi edildi; iki parti DP çatısı altında birleşti ve ANAP resmen tarihe karıştı. Bu birleşmenin, özellikle, hayatiyetini sürdürmenin ekonomik gerekleri açısından ciddî şekilde zorlanır hale gelen DP için getireceği pratik yarar, partiye bu alanda nefes aldırması olacak. Ama karşı karşıya olunan problem, yalnızca iki partinin birleşmesiyle çözülebilecek kadar basit değil. Kongrede boy gösteren CHP ve DSP kökenli bazı popüler isimlerin verdiği işaretle, DP’yi başka katılımlara da açık bir adres olarak deklare etmenin de sorunu çözeceği söylenemez. Seçimlerden yüzdelik veya bindelik oy oranlarıyla çıkan bazı küsurat partilerini aynı çatı altında bir araya getirmek, o küsuratın toplamı olan oranı elde etmek için bile yeterli olmayabilir. Tersine, “sola yöneliş” algısı, zihinlerde başka tereddüt ve kaygıların oluşmasına yol açabilir. Gerçek şu ki, DP çizgisinde yılların birikimi olan bir yıpranma var ve bunun sebeplerini esaslı bir şekilde tahlil edip doğru teşhislere varmadan ve bu teşhislerin sonuçlarına göre çok ciddî tedaviler uygulamadan bu durumdan çıkılması zor. Partiyi yüzde 5.4 noktasına gerileten sürecin, 22 Temmuz’daki konjonktürel sebeplerin ötesinde, çok daha gerilere uzanan bir perspektif çerçevesinde enine boyuna tahlili ve bu bağlamda çok esaslı özeleştiriler yapılması gerekiyor. Özellikle siyasî yasakların referandumla kalkmasından sonraki süreçte yapılan tercihlerin, giderek daha “devletçi” bir çizgiye kayan tavır ve söylemlerin, “aykırı transferler”in ve bilhassa 28 Şubat’ta yaşananların iyi sorgulanması lâzım. DP’yi adım adım halktan ve kendi tabanından uzaklaştırıp bu noktaya getirirken AKP’nin önünü açan sebeplerin tesbiti, işin asıl püf noktası. Şimdi birileri diyor ki: “DP sakın AKP’nin taklidi olmaya özenmesin.” Elbette ki öyle yapmasın. Kendi özgün tavır ve çizgisiyle DP’nin, “light millî görüş” olarak nitelediği AKP karşısında böyle bir komplekse kapılmasına zaten gerek yok. Ama aynı DP, kendisini AKP’ye benzememesi konusunda uyaranların şimdilik açığa vurmadıkları bir tuzağa da düşmemeli; yani CHP’nin kötü bi taklidi olmaktan da fersah fersah kaçmalı. Şu anda Türkiye’nin ihtiyacı, 1950’lilerin DP’si ile 1960’ların AP’sini gerçek anlamda ihya ederek, yarım asırdır ardı arkası gelmeyen müdahalelerle iyice şirazeden çıkan siyasetteki dengeleri tekrar tesis edecek vasıfta bir “demokrat” parti. AKP bir ara bu rolü üstlenmeye heveslenir ve o yönde işaretler verir gibi olmuştu, ama sonra, ya bu işin kendisine uygun olmadığını, ya da artık gerek kalmadığını gördüğü için vazgeçti. Onun içindir ki, siyasetteki DP boşluğu hâlâ asıl sahipleri tarafından doldurulmayı bekliyor. DP’nin yeniden yükselişe geçmesi, bir taraftan kendisini bugünkü noktaya taşıyan vahim hataları düzeltmesi, diğer taraftan toplumun reel talep ve beklentilerine tatminkâr cevaplar verip, ayrım gözetmeden tüm mağdurlara sahip çıkan politikalar uygulaması gibi önemli şartlara bağlı. Din ve vicdan hürriyeti başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerde yıllardır devam eden ihlâllere duyarsız kalırken, “Ergenekon avukatlığı” gibi algılanan çıkışlarda ısrar etmek, DP’yi en fazla ihtiyaç duyduğu “toplumla ve tabanıyla barışma” hedefine götürmez, tersine aradaki soğukluk ve yabancılaşmayı daha da derinleştirir. Sonuç olarak; DP’nin gerçek anlamda canlanması için, bu ve benzeri yanlışları bırakıp, onun yerine milletin beklediği mesajları seslendirmesi ve yeni kongreyi de bir an önce yaparak, topluma “Nihayet iyi bir alternatif çıkıyor” dedirtecek dinamik bir kadro ile devam etmesi gerekiyor. 03.11.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (01.11.2009) - Kedilerin mesajı (28.10.2009) - “Cuntalı demokrasi” (24.10.2009) - DTP’deki ayrışma |