Faruk ÇAKIR |
|
Eğitimdeki kriz |
Eğitim sistemindeki sıkıntıları hepimiz biliyoruz. Bilhassa büyükşehirlerde kalabalık sınıflar ve daha da önemlisi güven duyulmayan bir yapı söz konusu. Hemen ifade edelim ki, bunlar sadece bugün karşılaştığımız sıkıntılar değil. Yıllardan beri biriken ve taşma noktasına gelen problemlerden bahsediyoruz. Aslında eğitim sisteminin maddî ihtiyaçları eskiye nisbetle daha fazla karşılanmış olsa da ‘ruh’unu kaybettiği söylenebilir. Belki sınıflarımız internete bağlı hâle geldi, ama çocuklarımız mutlu ve huzurlu mu? Tabiî ki çocuklarımızın içinde bulunduğu zor durumun sorumluluğunu sadece eğitim sistemine yükleyip işin içinden çıkamayız. Başka pek çok sebep de çocuklarımızı olumsuz etkiliyor. Eğitim sistemiyle ilgili ikâz edici bir açıklama da Gazi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Rıza Ayhan’dan geldi. Prof. Ayhan 1950’lerde Kore’nin Afrika ülkeleriyle kıyaslanacak bir seviyede kalkınmışlık düzeyine sahip olduğunu ifade ederek şöyle konuşmuş: ‘’Onlar bir şey yaptı. Biz o bir şeyi ihmal ettik. Eğitime yatırım yaptılar. Daha önce Japonya’nın, bugün Çin’in yaptığını yaptı. Eğer eğitime yeterince önem verilmezse, 21. yüzyılı da ıskalama tehlikesi ile karşı karşıya kalırız.’’ Hadiseye üniversite cephesinden bakan Ayhan, eğitime önem vermenin ‘’her yere üniversite açma anlamına gelemeyeceğini’’ de söylemiş. Bununla birlikte üniversitelerin ‘iş bulma vesilesi’ olarak görülmesine de itiraz eden Gazi Üniversitesi Röktörü, “Üniversiteler iş bulma kurumu değildir. Siyasî otorite ve iktidarın işidir bu iş. Her ile üniversite açmak sosyalleşmeyi sağladığı gibi Türkiye’nin geleceği açısından önemlidir’’ diye konuşmuş. İlkokullardan başlayarak üniversiteleri de içine alan problemli bir alandan bahsediyoruz. Bu problemler bugün çözülmezse yarın daha da içinden çıkılmaz hâl alabilir. Bu bakımdan ‘bugünün işini yarına bırakmamak’ gerekiyor. Nasıl ki ekonomik kriz var diye iş adamları çıkış yolu arıyor; aynı şekilde eğitimin içerisinde bulunduğu kriz de görülmeli. Sadece bir üniversite rektörü değil, bütün üniversitelerin rektörleri ve öğretim üyeleri bu probleme dikkat çekici mesajlar vermelidirler. Elbette sadece mesaj vermek yetmez, çareleri de ortaya koymak gerekir. Hiç vakit kaybetmeden “Mevcut eğitim krizinden nasıl çıkarız?”ı konuşmamız gerekir. Bunun için, gerekiyorsa uluslararası toplantılar dahi yapılmalıdır. Açılan yeni okul ve derslik sayısıyla övünmeyi bir yana bırakarak, sıkıntının temeline inmekte fayda var. Farz edelim ki ihtiyaçtan daha fazla okul ve derslik açabildik. Mevcut anlayış devam ettiği sürece eğitim sistemi düzlüğe çıkmış olabilir mi? Okula adım atan bir öğrenci işe ‘andımız’la başlar ve ‘resmî tarih’ bilgileriyle devam ederse; okul bittiğinde hayata hazır hale gelmiş olur mu? Vakit kaybetmeden eğitim sistemimizi dünyanın ve Türkiye’nin şartlarına uygun, tarihî gerçeklere ters düşmeyen ve ‘insana öncelik’ verir hâle getirmemiz şarttır. Bunu yapamadığımız sürece ekonomik krizleri aşmış olsak bile, eğitimdeki krizi aşamayız. Sosyal krizleri aşmak istiyorsak bunu dert edinmeliyiz... 03.11.2009 E-Posta: [email protected] |