Halil USLU |
|
Değişen ve değişmeyen insan |
Birkaç gün önce uzak diyarlardan bir grup gelip, kendilerine Hz. Mevlânâ Türbesini gezdirmemi, içindekilerini ve tarihçelerini anlatmamı istediler. Hz. Mevlânâ, türbesi ve içinde medfun mümtaz şahsiyetler ve içindeki a’sâr-ı antika (antika eserler) anlatmakla bitmeyen gerçeklerdir. Duâlar, Fatihalar, sema salonu, tedrisat bölümü, mescid ve şifre sayılı tesbihler ve sakal-ı şerife kadar geldik ve kalabalıkta bir şeyler anlattık ve akabinde misafirlerin içinde yer alan dış dünyadaki kardeşimize sordum: “Kendinizi okudunuz mu?” Cevap: “Hayır kendimi okuyamadım” dedi. Duvarlardaki takvim ve arzdaki insan beni çok alâkadar eder. Duvardaki takvim karalanırsa suç kimde? Elbette takvimde olamaz, suç onu karalayanda. Cenâb-ı Allah, Tin Sûresi 4’ncü âyette “Biz insanı güzel bir takvim olarak yarattık” buyurmuştur ve öyledir. Fakat kendi vücudundaki cihazatlarla insan kendini karalamaktadır. Fitne böyle, iftiralar böyle, inatlar böyle, gıybet böyle, kavgalar böyle. Yani kendini okuyamıyor veya kendindeki cihâzâtların mânâsını ve vazifesini bilmiyor. Cahil desen feryad u figân kopuyor, peki kendini okuyamayanlara ne diyeceğiz? Bu babda, Hz. Mevlânâ, Divan-ı Kebîr’inde tasavvuf anlamında: “Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok” der. Bunun başka bir mânâsı, çağımızın Mevlânâsı Hz. Bediüzzaman yine aynı mânâda der ki: “Eger istersen hayalinde Nurşin Karyesindeki Seyda’nın meclisine git, bak orada fukara kıyafetinde melekler, padişahlar ve insan elbisesinde melekleri bir sohbet-i kudsiyede göreceksin. Sonra Paris’e git ve en büyük localarına gir, göreceksin ki, akrepler insan libası giymişler ve ifritler adam sûretini almışlar, ilâ âhir...” 1 İnsanın ve insanların renkten renge dönmesi, akşam ayrı sabah ayrı konuşması, birliği beraberliği ve her türlü müsbet hareketi tenkit etmesi ve hatta engellemesi, insanlar arasındaki bütün huzurları dejenere etmesi, etrafını, beldesini, ilçesini, vilayeti, ülkesini velhasıl insanlık âlemini fesada çalışması yine beni Hz. Bediüzzaman’a götürdü. O kadar harika bir teşbihi ve değerlendirmesi var ki, sizlerle paylaşmak istedim. Çünkü âlemimizde bugün gördüklerimiz yıllar önce bir hakikat olarak konulmuş. “İnsanlarda şeytan vazifesini gören cesetli ervâh-ı habîse bilmüşahede bulunduğu gibi, cinnîden cesetsiz ervâh-ı habise dahi bulunduğu, o kat’iyettedir. Eğer onlar maddî ceset giyseydiler, bu şerîr insanların aynı olacaktılar. Hem eğer bu insan sûretindeki insî şeytanlar cesetlerini çıkarabilseydiler, o cinnî iblisler olacaktılar… Malûmdur ki, âlâ birşey bozulsa, ednâ bir şeyin bozulmasından daha ziyade bozuk olur. Meselâ, nasıl ki süt ve yoğurt bozulsalar yine yenilebilir. Yağ bozulsa yenilmez, bazan zehir gibi olur. Öyle de, mahlûkatın en mükerremi, belki en âlâsı olan insan, eğer bozulsa, bozuk hayvandan daha ziyade bozuk olur.” 2 Başa döndüğümüzde İslâmın ilk emri okumanın ne kadar geniş bir âlemde tezahür ettiğini ve elzem olduğu aşikâr görülmektedir. Öğretmenler gününde, eğitim öğretim yılında, Yeşilay Haftasında ve daha geniş daire olan dünyadaki nüfus artışında, halkla ilişkilerde ve uluslar arası ilişkilerde okumanın özüne, yani insan varlığının esrarlarına ve ehemmiyetine tekrar dönülmeli ve eşref-i mahlûkat olan zevât seyredilmeli ve rehber edilmelidir. İçi ve dışı bir olanlara muhtacız, diğerleri gölge olmasınlar…
Dipnotlar:
1- Arapça Mesnevî-i Nûriye, Hubab Risâlesi ve fihristesi., 2- 13. Lem’a, 10’ncu İşaret, B. S. Nursî. 26.11.2010 E-Posta: [email protected] |