Şükrü BULUT |
|
NATO bir savunma ittifakıdır... |
NATO ülkelerince füze kalkanının Türkiye’ye yerleştirilmesi meselesinin “siyasî arka plânını” maalesef bilemiyoruz. NATO’nun kuruluş maksadı ve üye ülkelerin bu askerî pakttan beklentileri çerçevesinde son gelişmeleri değerlendirmek gerekiyor. Kuzey Atlantik Paktı’nın, demokrasi ile idare edilen ülkelerinin “Demirperde” dediğimiz komünizmi benimseyen ülke ve blokların şerrinden korunmak maksadıyla kurulduğunu biliyoruz. İkinci Dünya Savaşında, İngiltere ve Rusya ile birlikte Avrupa’yı harabezâra çeviren Amerika’nın, “suçluluk psikozu” ile Sovyetler Birliğine karşı bu askerî ittifaka öncü olması, dünya barışına zarar verdi, diyemeyiz. Denizden ve karadan “Doğu Bloku” ile çevrilmiş Türkiye’nin bu ittifaka girmiş olması, Türkiye’yi muhtemel bir Sovyet işgalinden koruduğu gibi, komşularıyla ciddî bir sıcak çatışmaya itilmesini de engellemiştir. Kur’ân-ı Kerim, sosyal hadiseleri “toptancı” düşüncelerle değerlendirmeyi engelliyor. Dünyadaki global ittifakları incelerken; tahlilci, adaletperver ve analizci bir anlayışla bazı noktalara dikkat gerekiyor. Birleşmiş Milletler, NATO’dan çok önce teşekküle başlar. Dünya milletlerini savaştan, fukaralıktan, bulaşıcı hastalıklardan, çevre felâketlerinden ve cehaletten kurtarmak amacıyla kurulan BM’nin çeşitli global güçlerin tesiriyle hakikî mecrasından uzaklaştırıldığını ve bugüne kadar dünyanın yüzlerce yerinde üstlendiği misyonu “adaletle” ifa edemediği geçen yıllar ve olaylar gösteriyor. Buna, IMF ve Dünya Bankası başta olmak üzere, dünyanın barışını, fıtrî kaynaklarını, çevresini ve atmosferini kollamakla vazifeli onlarca global STK’nın, bazı global güçlerce engellendiğini hep birlikte görüyoruz.
BARIŞ KARŞITI BİR GLOBAL GÜÇ… Dünyamızın ve dolayısıyla insanların bütün barışlarına karşı, menfaatini dünyadaki halkların zararında arayan bu gücü belli bir coğrafyada, devlette veya kıt'ada aramak, onun mahiyetini bilmezliğimizden kaynaklanıyor. Bu semavî dinlere ve ahlâkla düşman cereyanı Hıristiyanlar karada “çekirge sürüsüne”, denizlerde ise “köpek balıklarına” benzetiyorlar. Avlanacakları ve yayılacakları coğrafyaları her zaman tahmin edemiyorsunuz. Sınır taşımada menfaatlerinin sevkiyle dünyayı dolaşıyorlar. Bu global organizeli gizli cemaat, menfaati nereyi gerektiriyorsa, oraya üşüşmüşlerdir. Onların bu yapılarını bilenler, münhasıran onları Sovyetler’de, Çin’de veya Batı’da aramamışlar. Kapitalin, iktidarın, global sivil toplumun veya teknolojik enstitülerine sinsice dalan bu “savaş ve terör taraftarlarını” son zamanlarda NATO, BM, IMF, Dünya Bankası veya AB gibi küresel ittifakların bünyelerinde arayan aklı başındaki Hıristiyanlardan çokça öğreneceğimiz şeyler var… Eşkıyalık ve yağma usûlleriyle ele geçirdikleri serveti, anlaştığı ülkenin şemsiyesi altında söz konusu global pakt veya STK’ya aktaran bu güçlerin, oralarda hangi pozisyonları elde ettiğini, elbette tahmin edersiniz. Irak işgalinin hemen akabinde Troçkici Paul Wolfowitz’in hemencecik Dünya Bankası’nın başına geçmesi tesadüf müydü? Veya AB’yi üst düzeyde Sarkozy, Merkel ve Berlusconi gibi militanlarıyla kilitleyen neoconların, insaniyet ve barış düşmanı Rasmussen’i NATO Genel Sekreterliği’ne getirmeleri, önceden başlanmış bir sürecin meyveleriydi. Şu zamanda, bir ülkeyi veya milleti toptan “düşman ilân etmek” adaletle bağdaşmıyor. Önemli olan o ülkede gizlice organize olmuş “savaş taraftarı ve tahribatçı” hareketi akıllıca deşifre etmek olsa gerek. Böyle global bir tarama ve definisyona Türkiye’nin gücü yeter mi? Bir de, Türkiye’mizde olduğu gibi, siyasî menfaatlerinden dolayı rüşvetlerle yanlarına çektikleri medya ile efkâr-ı ammeyi karartan “siyasî iktidarlar da” işin içine girince, global kaos ve savaşçılara gün doğmuş oluyor.
AKP HEP YANLIŞ ATLARA OYNADI! AKP’nin “dış politikada” yanlış zemine oturduğunu söylemek, yalnızca iddia olmamalı… 11 Eylül’ü hazırlayan neocon ve neoliberallerle yola çıktıklarını, arşivlere üstün körü bakanlar anlarlar… Neoconların o zamanki TSK içinde ve mütekait paşalardan müttefikleri, AKP’ye her yerden icazet çıkaranlardır. Bunlar 12 Eylül’ün, 28 Şubat ve 27 Nisan’ın ana kadrolarıdır. Buradan yanlışlarla yola çıkan AKP, dış politikada bugüne kadar neocon ve neoliberal teorisyen ve organizatörlerin çerçevesine mahkûm yürümüştür. Zahiren elinde imkânı olduğu halde Rasmussen’i NATO Sekreterliği’ni engelleyemedi. Sarkozy’li Fransa, AKP’nin okeyi ile NATO’ya döndü. Irak politikasında, kırmızı çizgilerini neoconlara ve Kürt politikasını da neoliberallere çiğnettirdi. Doğrusunu söylemek gerekirse, insaniyetin, Müslümanların ve hakikî Hıristiyanların kendileriyle mücadele halinde oldukları “savaş lobisine” mahkûm olarak iktidara geldi AKP… Sarkozy, Berlusconi, Merkel ve Rasmussen’e önceden muhalefet edemeyen Abdullah Gül, NATO’da mı muhalefet edecekti? Bilgi yetersizliği, zihnî tembellik veya tarafgirlik duygusuyla, çok karelerden oluşan “dış politikadaki” bazı yorumlara “komplo teorisi” diyenler; AKP’nin Amerika’daki münasebetlerine ve TSK’nın aslî unsurlarıyla tenasübüne mantıkî izahlar getiremezlerse, söylediklerimizle yetinmek zorunda kalacaklardır. Siyasette; olayların renkleri, üslûp ve şahıslardan ziyade, önemli olan netice değil mi? - AKP; BOP’a hayır diyebilirdi, eş başkanlığı tercih etti. - AKP; İkinci Körfez Savaşında, topraklarını kullandırtmayarak zayiatı asgarîde tutabilirdi, dolayısıyla işbirliğini tercih etti. - AKP; kültür, inanç ve geleneklerimiz içerde dönüştüren neoliberal yapılarla proje başında çalışıyor. - Her gün sivillerin vurulduğu ve bunun için Almanya Cumhurbaşkanı Köhler’in istifa ettiği Afganistan’a asker gönderdi. - AKP; AB anayasası oylamasında temel insanî değerleri önceleyen Vatikan’a karşı neocon politikacılar yanında durdu. Ve bu yanlışlara yenilerini eklemeye devam ediyor. 26.11.2010 E-Posta: [email protected] |