H.İbrahim CAN |
|
Lübnan ziyareti ve Hariri dâvâsı |
Başbakan Erdoğan’ın Lübnan gezisi, Türkiye’nin bir vilayetine yapılmış seçim gezisi gibiydi. Geçen ay İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın yaptığı ziyareti bile gölgede bıraktı. İki ziyaret arasındaki en önemli benzerlik, İsrail’e karşı ağır sözler içeren konuşmalar yapılmasıydı. İsrail bunu hak ediyor mu? Evet. Peki bunun bu kadar üst düzeyde ve bu kadar ağır kelimelerle ifade edilmesi gerekiyor muydu? Bunun bölge barışına bir katkısı olacak mı? Bu sorunun cevabı tartışmaya açık. “One minute” çıkışından bu yana diğer Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi, Lübnan’da da Başbakan Erdoğan’ın popülaritesinin üst düzeyde olduğu aşikâr. Ancak bunda Türkiye’nin bölge ülkelerinin iç sorunlarının çözümünde de dengeli ve uzlaştırıcı bir yaklaşım benimsemesinin katkısı büyük. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun akıllı hamlelere dayalı sıcak ilişkileriyle, hükümetin komşularla sıfır sorun politikasının Türkiye’yi bölgede önemli bir konuma yükselttiği bir çok Batılı yorumcunun ortak kanaati. Ancak burada popülaritenin temel kaynağının İsrail karşıtlığı olduğu da unutulmamalıdır. Onlarca yıldır her yaptığı yanına kâr kalan İsrail’e karşı ilk kez bir liderin sesini yükseltmesi, bu ülkelerin halklarını sevindirdi. Bu tavrın uluslar arası kuruluşlar nezdinde –Gazze konvoyuna saldırı soruşturmasında olduğu gibi- destek bulması da önemliydi. Ama bütün bunlar İsrail’in inadını kırmaya ve saldırganlığını önlemeye yetmiyor. Doğu Kudüs’teki yeni yerleşimler –Obama’nın karşı çıkmasına rağmen- sürüyor. Gazze ablukası da öyle. Bu arada Başbakan Erdoğan’ın ziyaretinin BM Hariri Suikastı Mahkemesinin nihaî kararını açıklamasının yakınlaştığı bir döneme denk gelmesi önemliydi. CBS’in ulaştığı kaynaklara göre kararda, suikastın sorumlusu Lübnan Hizbullah’ından bazı isimler olarak gösterilecekti. Bu durum Lübnan’da hassas dengelere dayanan koalisyonu hayli sarstı. Hizbullah hiçbir adamını teslim etmeyeceğini açıkladı ve mahkemeyi suçladı. Böyle bir kararın verilmesi, Lübnan’ı karıştıracağı gibi, Hizbullah’ın baş destekçisi konumunda olan Suriye’nin ABD –ve onun Ortadoğu’daki müttefikleri- ile yumuşamaya başlayan ilişkilerini de baltalayacaktır. Soruşturmada Suriye’nin olaya dahlinin olmadığı yönünde gelişmeler olurken, durumun birden tersine dönmesi de ilginç. Soruşturmada Suriye aleyhine dönüşün, ABD’nin Suriye’nin politikalarından memnun olmadığı yönündeki açıklamalarıyla aynı döneme denk gelmesi akıllara bir çok soru işaretini getiriyor. Elbette o dönemde Lübnan’daki en etkili güçlerden birisi olan Suriye’nin bu suikastte parmağı olması mümkün. Başbakan Saad Hariri’nin bile olayın sorumlusu olmadığını açıkladığı Suriye’yi ziyaret etmesiyle yumuşayan ilişkilerin bu şekilde gerilmesi üzücü. Başbakan Erdoğan’ın Lübnan’daki bütün taraflarla yaptığı görüşmelerin, mahkemenin kararının açıklanması sonrası ortaya çıkabilecek çatışma ortamını önleyip önleyemeyeceğini zaman gösterecek. Umarız mahkeme kararı Hizbullah’ı suçlar nitelikte çıkmaz ve yıllarca iç savaşla, ABD ve İsrail’in saldırılarıyla harabeye dönen Lübnan yeniden bir kaosun içine dönmez. O zaman akacak kanı durdurmaya İsrail’e yönelik nutuklar yetmeyebilir. 26.11.2010 E-Posta: [email protected] |