Faruk ÇAKIR |
|
Hesap sormadan olmaz |
Aradan yıllar geçtiği halde ‘darbeciler’den hesap sorulamamış olması Türkiye’nin izah edemeyeceği bir durumdur. Bırakalım hesap sormayı, yeni darbe teşebbüslerinde bulunanlar dahi oluyor. Darbelere, darbecilere ve darbeci anlayışlara temelden karşıyız. Çünkü darbe demek; hak ve hukukun ‘askıya’ alınması demektir. Bir yerde hak, hukuk ve adalet olmazsa; orada ‘ot’ bile büyümez! Tabiî ki darbecilere sorulması gereken hesap, kanun ve adalet önünde olmalı. Darbecilerden hesap sorulabilmiş olsaydı, her önüne gelen yeni darbe teşebbüslerinde bulunmaz, millet ekseriyetini de ‘insan’ gibi görürdü. Balyoz dâvâsında yargılanan 3 generalin, bağlı bulundukları bakanlarca açığa alınması bazılarını üzmüş. Bazı siyasî partiler ve bir kısım avukatlar 3 generalin ‘açığa alınması’na itiraz ediyorlar. Her hangi bir siyasi partinin ya da öncelikle ‘adaleti’ savunması gereken avukatların; ‘darbeciler’i savunması Türkiye ve dünya gerçekleriyle örtüşür mü? Generaller de netice itibarıyla atanmış kişilerdir. Üstelik bu uygulama, yürürlükteki kanunlara göre yapılmıştır. Var olan bir kanunun ‘ilk defa’ uygulanmış olması neticesi değiştirmez. Asıl sorulması gereken; böyle bir kanun ve ilgili madde olduğuna göre şimdiye kadar niçin uygulanmadığı olmalıdır. Hukukî açıdan her hangi bir general ile asker olmayan başka bir bürokratın ya da devlet memurunun açığa alınması arasında bir fark var mı? Türkiye’de belki de her gün çeşitli iddialar sonucu açığa alınan memur ya da bürokrat oluyordur. Onların açığa alınmasına itiraz etmeyenler, 3 generalin açığa alınmasına niçin en üst perdeden itiraz ediyorlar? Eğer bu açığa alınmada bir hukuksuzluk varsa, ona itiraz etmenin yolu da yine hukukî yollardan geçer. Bununla birlikte hukuk camiâsının pek çok noktada sıkıntıları olduğu da herkesin bildiği bir konu. Türkiye’nin ev sahipliğinde İstanbul’da düzenlenen 30. Avrupa Konseyi Adalet Bakanları Konferansında konuşan Adalet Bakanı Sadullah Ergin, modern çağın gereklerinden yararlanamayan bir yargının etkisiz ve işlemez hâle geleceğini ve toplumun adalet ihtiyacını karşılayamayacağını belirterek problemi şöyle özetlemiş: “Yargıda modernleşme bir ihtiyaç değil, bir zorunluluktur.” (AA, 25 Kasım 2010) İktidarıyla ve muhalefetiyle herkes, yargının modernleşmesi için gayret sarfetmelidir. Tabiî ki bu ‘modernleşme’nin içi iyi doldurulmalı ve tarif edilmelidir. ‘Modernleşme’ tabirinden sadece ‘yeni adliye binaları yapmak’ anlaşılırsa yanılırız. Nitekim başta İstanbul olmak üzere pek çok il ve ilçedeki adiye binaları yenilendi, ‘modern’leşti. Hatta İstanbul’un iki yakasında (Çağlayan ve Kartal) dünya ile boy ölçüşen büyüklükte adliye sarayları yapıldı. Modern adliye saraylarının yapılması elbette doğrudur, ama ‘modern’leşme için bunun yeterli olmadığı iyi bilinmeli. Adalet camiasının gerçek anlamda ‘modern’leşmesi; ancak ‘adil bir yapı’nın kurulmasıyla mümkün. Bunun bir yolu da hukukî yapının AB kriterlerine yakınlaşmasıyla sağlanabilir. Dikkatle bakılırsa, Türkiye’deki hukukî yapıyı da yine darbecilerin delik deşik ettiği anlaşılır. 28 Şubat sürecindeki ‘birifing’ler bunun bir örneği. Hukukî yapı, darbeci anlayıştan temizlendiği ölçüde düzlüğe çıkacağız inşaallah... 26.11.2010 E-Posta: [email protected] |