Faruk ÇAKIR |
|
Yanlışları terk etme vakti |
Geçen yıllara nisbetle sakin bir bayram öncesi yaşıyoruz. Kısaca hatırlamak gerekirse, özellikle 28 Şubat süreci (1997) sonrasında Kurban Bayramı öncesi büyük bir korku havası yayılır, ‘deri’ kavgası başlatılırdı. Hiç hakları olmadığı halde birileri, vatandaşın kestiği kurbanların ‘deri’sine göz koyar, onları bir bakıma gasbeder ve bu yanlışlar hemen her yıl devam ederdi. Nasip olursa Salı günü idrak edeceğimiz bu yılki Kurban Bayramı öncesi böyle bir hava yok. ‘Deri’ kavgaları geride kalmış görünüyor. ‘Deri gasbı’ gibi apaçık bir yanlışa o gün de itiraz etmiştik, tekrarlanması halinde bugün de itiraz ederiz. Tabiî ki bu yanlışların devam etmesinde medyanın da büyük bir rolü vardı. Öyle bir yayın yapılırdı ki, duyan herkes THK’nın ‘doğuştan deri gasbetme hakkı’ olduğunu düşünebilirdi. Kurban Bayramı sona erince de “THK’ya şu kadar deri bağışlandı” diye övünülürdü. Yani hem gasbedilir, hem de “bağışlandı” diye millet ikinci defa yanıltılırdı. O günlerde de ifade edilmişti, yine tekrarlayalım: Milletin kestiği kurbanın derisine el koymak başlı başına bir yanlıştı. Elbette bu yanlış tamamıyla bitmiş değil, ama şartların değişmesiyle birlikte ‘zorla el koyma’ sona erdi. Türkiye’yi idare edenler; yapılan bu yanlışların neye mal olduğunu hiç düşündü mü? Apaçık bir yanlışta yıllarca ısrar edildi. Peki ne oldu? Devlet ile millet arasındaki bağ çözüldü, uçurum açıldı. Zorla derilerine el konulanlar duâ etmedi. Bu yanlışlar geçmişte kalmakla birlikte, açtığı yaralar hâlâ devam ediyor. Belki de 10 yıl sonra, o günlerde yaşananlar anlatıldığında kimse inanmak istemeyecek. Nasıl ki ‘tek parti’ devrinde yaşananlar anlatılınca kimse inanmak istemiyor... Bakınız, bir yanlıştan geri adım atılması Türkiye’yi rahatlattı. O halde, bugün için devam ettirilen yanlışları da masaya yatırmak ve bir an önce sona erdirmek gerekir. Şimdiye kadar hiç kimse yanlıştan geri adım attı diye kınanmamıştır ve kınanmadı. Hâlâ devam eden yanlışların bir kısmını hatırlamaya ne dersiniz? En başta başörtüsü yasağı ‘kamusal alan’da ve başka pek çoy yerde devam ettiriliyor. “İlköğretimde başörtüsü olur mu, olmaz mı?”yı tartışıyoruz. Bazı kişileri özel kanunlarla koruyoruz. Yakın tarihi doğru anlatmıyoruz. Okullarda ‘mescid’ açılması tekliflerini tartışma gündemine bile almak istemiyoruz. Öğrencisinden memuruna kadar, hayatın her sahasında; insanları inançlarından dolayı ‘fiş’liyoruz. Annesinin başı örtülü diye başarılı oldukları halde bazı öğrencileri bazı okullara almıyoruz. Bazı anneleri, yine sırf başı örtülü diye askerlik yapan oğlunun yemin törenine almıyoruz. Bayramları kutluyoruz, ama burada da başörtülülere açık ya da gizli ‘yasak’ koyuyoruz vs. Israr edilen yanlışların listesini uzatmaya gerek var mı? Bu yanlışların tamamını ve benzerlerini bugün sona erdirmek mümkün. Peki, bu yanlışlar sona erdirilse kim ne kaybeder? Türkiye ‘geri’ye mi gider? Elbette ‘irtica hortlar’ diyenler olabilir, ama bu tesbit Türkiye ve dünya gerçekleriyle örtüşmez. Çünkü bu ve benzeri yasaklar olmayan ülkelerde ‘irtica’ değil, ilim, irfan ve kaynaşma yaşanıyor. Hatada ısrar ve inad etmeye hiç gerek yok. Yanlışları terk etme vakti çoktan geldi vesselâm. 14.11.2010 E-Posta: [email protected] |