Faruk ÇAKIR |
|
Korku imparatorluğu |
Tek parti iktidarındaki Türkiye’yi anlatan tariflerin başında ‘korku imparatorluğu’ gelir. Gerçekten de 1950’ye kadar devam eden ‘tek parti’ devrinde insanlar ürkütülmüş, korkutulmuş ve sindirilmiştir. Bu sindirme, ürkütme ve korkutma o derece tesirli olmuş ki, etkileri hâlâ sürüyor maalesef... Her konuda ‘cesaret’le konuşanlar, iş dönüp dolaşıp 1950 öncesine gelince bir anda susar ya da hayali hakikat gösterircesine beyanlarda bulunurlar. Bu şekildeki beyanlara örnek olması bakımından geçmiş dönemleri eleştiren bazı siyasetçilerin eleştirileri 1940 öncesine götürememesidir. Şunu da bilmek lâzım ki, “İnsan ürkmesi, mahlûk ürkmesine benzemez.” Mahlûk ürker ve bir an sonra ‘korku’yu unutur. İnsan ürkmesinin tesiri ise yıllar yılı sürer... Bilindiği üzere, Türkiye’nin tarihinde bir “Ezanı aslıyla okumayı yasaklama” uygulaması yaşanmıştır. 1932 yılından itibaren 1950 yılına kadar “Allah-ü Ekber!” diyerek ezan okumak yasaklanmıştı. Ve ne gariptir ki, bu konudaki ilk genelge, 19 Temmuz 1932 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı imzasıyla yayınlanmıştır. Acaba bu durum, o dönemdeki yöneticilerin; Diyanet İşleri Başkanlığına protokolde ön sıraları vermesiyle açıklanabilir mi? “Türkçe Ezan ve Menderes” isimli kitap hazırlayan araştırmacı yazar Mustafa Armağan, konu ile ilgili araştırmalar yaparken dehşete düştüğünü ifade ediyor ve şöyle diyor: “(O günün şahitleri) Bu insanların bir kısmı nedense hâlâ konuşmuyor. Bir kısmı konuşsa bile bazı bilgileri geriye atıyorlar, dile getirmiyorlar. Bazıları ise görüşme talebini baştan reddediyorlar. Bakın bu yasağın üzerinden altmış yıl geçmiş ve bu insanlar yine korkuyorlar. O zaman dehşede düştüm. Bu nasıl bir korku ki, 60 sene sonra bile konuşmuyorlar.” (Konuşan: H. İbrahim Kurcan, Altınoluk, Ekim, 2010) Mustafa Armağan’ın bu tesbitini okuyunca, benzer konulardaki kısa röportajlarda ben de aynı sıkıntıları yaşadığımı hatırladım. 1990 öncesinde aylık olarak yayınlanan Köprü Dergisi için ‘yakın tarih’ konularında kısa röportajlar yapıyordum. Haliyle sorularımız arasında ezan ve Kur’ân yasağıyla ilgili konular da oluyordu. Çoğunlukla cami cemaati diyebileceğimiz “hacı amca”lara selâm verip bu konudaki sorumuzu soruyorduk. Sorulara cevap vermeyi başlangıçta kabul ediyorlardı, ancak isimleri sorup not almaya başladığımızı görünce hemen konuşmaktan vazgeçiyorlardı. İşin garip olanı, çok yakından tanıdığım akrabalarım arasında bu şekilde davrananlar da vardı! Hatta bazıları, hayali hakikat gösterip önceki yıllarda anlattıkları hatıralarını tekrarlamaktan bile çekiniyordu! Tam anlamıyla bir korku imparatorluğu görüntüsüydü bu. Nitekim o yıllardaki ezan ve Kur’ân yasağıyla ilgili şahitlerin anlattıkları kısa röportajlarımız Köprü’de (Kasım-1988, sayı: 128) yayınlanmıştı... “Ezan yasağı tarihi”ne dönersek, 1932’de genelge ile başlayan yasak 1941 yılında çıkarılan bir kanunla yasak haline gelmiş. Kanuna göre, Arapça ezan okuyanlara 3 aya kadar hapis ve para cezası verilmesi kabul edilmiş. Düşünün ki, “Allah-ü Ekber” diyene 3 ay hapis cezası! Hem bunu yapıyorlar, hem de “Bu millet CHP’yi niçin iktidara taşımıyor” diye kafa yoruyorlar. Cevap bu uygulamalarda... Peki, camilere başka neler yapıldı? Araştırmacı yazar Mustafa Armağan hatırlatıyor: “(...) Bütün vakıf hukuku çiğnenerek, bunların bir kısmı satıldı. Bir kısmı kiraya verildi. Minareleri yıkılıp Halk Partisi ilçe başkanlığı, Halk Evleri şubesi yapılanlar oldu. Buğday deposu olarak, at ahırı olarak kullanılanlar bile oldu. Bunların sayısı hiç de zannettiğimiz kadar az değil.” (agd.) Ezan-ı Muhammedî’yi aslına çevirmenin, üzerindeki yasağı kaldırmanın çok çok önemli olduğuna işaret eden Armağan, özetle “Menderes bunu yapmasaydı, hâlâ ‘Tanrı Uludur’ diyor olabilirdik” anlamında haklı bir tesbit daha yapmış. Şöyle diyor: “Menderes iktidara gelir gelmez, adeta bir seziş halinde ilk icraat olarak Arapça ezan yasağını kaldırdı. 14 Mayıs’da seçimi kazanır, 29 Mayıs’da başbakan olur, 9 Haziran’da Demokrat Parti Genel Başkanı olur, 14 Haziran’da Meclise ezan önergesini verir. 16 Haziran’da da (karar) çıkar. Adeta, ‘şimdi yaptık yaptık, bundan sonra bize yaptırmazlar’ gibi bir seziş kudretiyle ilk işi bu olur. Adeta bir şeye memur edilmiş de, bir an önce onu yapmak gibi bir çaba içerisinde görüyoruz. (...) Bu yüzden Menderes’e büyük duâlar edilmiştir.” Bu konuda söylenecek daha çok söz var, ama nasipse başka zemin ve zamanlarda. Ama şunu unutmayalım: Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri boşuna “İslâm kahramanı Adnan Menderes” dememiş... Bu vesile ile her ikisine de Allah (cc) rahmet eylesin. Amin. “Korku imparatorluğu” her halde uzatmaları oynuyor; ha yıkıldı, ha yıkılacak İnşallah! 13.11.2010 E-Posta: [email protected] |