Faruk ÇAKIR |
|
Yanlış yapma lüksümüz yok |
Bereketli ve feyizli bir Kurban Bayramını daha geride bıraktık. Nasip oldu, Kurban Bayramını Kırım’daki Müslüman Tatar kardeşlerimizle birlikte idrak ettik. İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı’nın (İHH) davetine icabetle Arefe günü İstanbul’dan, Ukrayna’nın Kırım Özerk Bölgesindeki Simferopol şehrine doğru yola çıktık. Daha önce Kırım’a gitmemiştik, ama geçmiş yıllarda Kırım’da yaşananlardan kısmen de olsa haberdardık. Gerek “Kırım Kan Ağlıyor” romanı ve gerekse değişik vesilelerle görüştüğümüz Müslüman Kırımlılardan acıklı maceralarını dinlemiş, onlarla birlikte hüzünlenmiştik. Kırım, Ukrayna’nın Karadeniz’de sahili olan yemyeşil ormanlarla kaplı bir bölgesi. Zaten Kırımlılar, vatanlarını “Yeşilada” olarak tarif ediyorlar. İHH’nın yanısıra Türkiye’den başka vakıf ve dernekler de Kırım’da kurban kesiyor. İHH’nın organizasyonuyla kesilen kurbanlar, ilk gün muhtaçlara ulaştırıldı. Yardım ulaştırılan Kırımlıların samimi duâlarına ‘âmin’ derken, bir yandan da sıkıntılarına kulak verdik. Gerek Kırım’da ve gerekse değişik vesilelerle ziyaret ettiğimiz diğer İslâm coğrafyasında gördüğünüz manzara temelde aynı: Herkesin gözü ve kulağı Türkiye’de. Bir anlamda kendi sıkıntılarını unutup, Türkiye’nin huzur ve sükûna kavuşmasını temenni ediyorlar. Bilhassa Kırım, Türkiye’de yaşananları yakından takip ediyor ve ‘maddî yardım’dan ziyade, ‘mânevî yardım’ talebinde bulunuyor. Bir bakıma, “Bizim maddî sıkıntılar çekmemiz önemli değil, mâneviyâtsız kalmayalım” diyorlar. Bu cümleden olarak, Türkiye’den giden ya da Türkiye’de eğitim alan Kırımlı imam-hatipler dinî hayatın canlanması için gayret sar ediyorlar. Kırım gibi onlarca, hatta yüzlerce belde Osmanlı coğrafyası içindeydi. Dolayısı ile bu bölgelerde yaşayanların gözünün ve kulağının Türkiye’de olması tabiîdir. Türkiye, bilhassa son yıllarda bu ve benzeri bölgelerde çalışmalar yapıyor; ama yapılan çalışmaların ihtiyacı karşıladığını düşünmek bugün itibarıyla mümkün değil. Akla şöyle bir soru gelebilir: Türkiye mânevî bakımdan kendi sıkıntılarını ve ihtiyaçlarını karşılayabilmiş mi ki bu konuda diğer coğrafyalara el uzatabilsin? İlk bakışta haklı gibi görünen bu soru, o bölgelerle ilgilenmemize engel olmamalı. Elbette Türkiye’de yaşayanların da kendilerine göre ‘mânevî’ sıkıntıları vardır; fakat buna rağmen o coğrafyalarla daha yakından ilgilenmek durumundayız. Onların duâsı da, talebi de, beklentisi de bu yönde. Kırım’da dikkat çeken başka bir nokta da, Kırımlıların tarihlerini unutmamış olmaları. Malûm, Müslüman Kırım Tatarları 1944’te ‘soykırım’ sayılabilecek bir sürgün yaşadılar ve başta Özbekistan olmak üzere SSCB coğrafyasına dağıtıldılar. ‘Sürgün’ hatıraları hâlâ canlı. O günleri yaşayan ve bu günlerde 80 yaş civarında olan bütün Kırımlılar, her fırsatta çektikleri çileleri anlatıyor ve o günkü zalimleri lânetliyorlar. Kırımlılar her daim ‘vatanım, vatanım’ diyor ve bu konuda kendilerine daha fazla destek verilmesini de istiyorlar. Başta Osmanlı adaletiyle tanışan geniş coğrafya olmak üzere bütün İslâm dünyasının gözü ve kulağı Türkiye’de. Bu bakımdan yanlış yapma ve onları sukût-u hayale uğratma lüksümüz yok. Dört elle çalışarak hem kendi sıkıntılarımızı aşalım, hem de gözü ve kulağı bizde olanlara el uzatalım... 23.11.2010 E-Posta: [email protected] |