Cevher İLHAN |
|
“Füze Kalkanı” oyunu ve yanıltması (2) |
Tesbit şu ki Türkiye, “Füze Kalkanı”yla yeni bir emr-i vakiyle karşı karşıya. İngiliz Daily Telegraph gazetesinde yayınlanan, Amerikan Dışişleri Bakanı Clinton ile Savunma Bakanı Gates’in kapalı kapılar ardında Türk yetkililerine, “Füze Kalkanı’na katılmazsanız, ilişkiler zarar görür” tehdidinin anlamı bu. Cumhurbaşkanı Gül’ün Lizbon’daki açıklamalarının satır aralarında bu emr-i vaki okunuyor. Her fırsatta “Ankara’nın şartları” olarak koşulan “Füze Kalkanı’nda komutanın kime verileceği, düğmeye kimin basacağı”, “füzelerin Türkiye topraklarının tümünde konuşlanması, yerleşim noktaları-serpilmeleri ile hangi irtifada olacakları” ve “bütün NATO ülkelerini kapsaması” başlıklarına zirvede hiçbir açıklık getirilmemesi, bunun göstergesi. Zirve öncesi Gül’ün, “Füze Kalkanı’yla ilgili NATO’ya ve müttefik ülkelere kesin net kararlarımızı yazılı olarak önceden gönderdik, beklentilerimiz bunların hepsinin kabul görmesi” sözüne rağmen, hâlâ cevaplanmayan bir dizi soru ve belirsizlik duruyor. Füzelerin Ankara’dan habersiz ateşlenmesi, netliğe kavuşmamış. “Şeytan ayrıntıda gizli” deyimini haklı çıkarırcasına bütün detaylar yine Gül’ün ikrarıyla “teknik çalışmalar” olarak 2011’deki NATO Savunma Bakanları toplantısına bırakılmış. Böylece, gelinen süreçte, kararların oy birliğinde alındığı NATO’da “Füze Kalkanı”nda en kritik ülke olarak Türkiye’nin “onay” verdiği “stratejik konsept” için, Gül’ün “Arzu ettiğimiz çerçevede çıktı, bundan büyük memnuniyet duyuyoruz; millî menfaatlerimiz ve ittifak dayanışması temelinde önemli katkı sağlamıştır” sözlerinin altı boş kalıyor…
HANİ, “KOMUTA” TÜRKİYE’DE OLACAKTI? Keza Başbakan Erdoğan’ın baştan beri kamuoyuna deklâre ettiği “komuta kontrol şartı”yla “Düğmeye kimin basacağı önemli. Füzelerin komutası kesinlikle bize verilmeli, aksi takdirde böyle bir şeyin kabulü mümkün değil” taahhüdüne rağmen, “düğme”nin Türkiye’ye verilmemesi üzerine, “Komuta NATO’da olmalıdır” demesi dikkat çekici. Butonun ABD’nin etkili olduğu NATO’da olduğunu bile bile kamuoyunun oyalandığı ve alıştırıldığı anlaşılıyor. Peki, “yeni stratejik konsept”te sözkonusu “Füze Kalkanı” neden ille de Türkiye’de konuşlanıyor? Amerikan resmî belgelerinde asıl hedef İran olduğuna göre, ABD, “Füze Kalkanı”nı niçin bu ülkenin yanıbaşında işgali altındaki Irak’a ya da bölgedeki en ileri işbirlikçisi kuklası Kuzey Irak’a bu füzeleri konuşlandırmıyor? Veya yüzbinlerce askerini bulundurduğu İran’a komşu güdümündeki Körfez ülkelerine, Katar’a, Kuveyt’e, yine işgali altındaki Afganistan’a, kıskaca aldığı Pakistan’a niçin yerleştirmiyor? Yahut yüzlerce nükleer başlıklı füzeye sahip ABD’nin “güvenliği”ni her şeyin üstündü tuttuğu stratejik müttefiki İsrail’e neden monte edilmiyor? ABD istese Hint Okyanusundaki, Körfezdeki savaş uçaklarından İran’ı vuramaz mı? Neden ille de Türkiye? Bütün bu sorular, “NATO’nun savunması”nda öte Kasrışirin anlaşmasından bu yana 400 senedir barış içinde yaşadığı Müslüman komşusu İran’la Türkiye’yi karşı karşıya getirtme endişesini haklı kılıyor. Görünen o ki ABD Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi NATO kapsamında bütün masraflarını başkalarına yükleyerek açtığı “İran cephesi”nde Türkiye’yi cepheye sürmekte. BOP’a zemin hazırlamak hesâbına İslâm dünyasında ve Ortadoğu’da Sünnî-Şiî kutuplaşmasıyla yüz milyarlarca dolar silâh sattığı Ortadoğu ülkelerinden Orta Asya’ya uzanan kuşakta topyekûn bölgeyi kapsayan kargaşa, kaos ve güvensizlikle bir mezhep çatışmasına zemin hazırlandığı tezini açığa çıkarıyor.
ANKARA, ÇARPITIYOR VE YANILTIYOR Bir başka garâbet, “Baştan beri çok ilkesel bir tavır aldık. Şu ülke bu ülke değil. Kimde varsa, yarın kimde olacaksa” diyen Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın, “stratejik belge”de “İran” kelimesinin geçmemesini “büyük başarı” ve “hedefin düzeltilmesi” olarak sunmaları; bunu Türkiye’nin hassasiyetlerinin kabulü için yeterli gösterip propaganda etmeleri... Gerçekten, Fransa’nın “nükleer silâh çalışmalarını engelleyeceği kaygısını” nazara alıp, “Fransa ile İngiltere’nin nükleer silâh faaliyetlerinin NATO’nun bir parçası olduğunu” “belge”ye ekleyen NATO ve ABD, Türkiye’nin hangi kaygılarını dikkate aldı? Propaganda edilen “stratejik konsept belgesi”nde “İran isminin çıkarıldığı” iddiasının tamamen bir gözboyamadan ibâret olduğu Sarkozy’in, “NATO’nun kamuoyuna açıklanan belgelerinde isim açıklanmıyor ama ‘biz kediye kedi deriz’, hedef İran’dır” ikrarıyla sırıtıyor. Özetle “Ankara’nın itirazının nazara alındığı” ve “bir diplomatik zafer kazanıldığı” asparagasıyla bir nevi “ölümü gösterip sıtmaya râzı etme” taktiği güdülüyor. Sözde Türkiye’nin hassasiyeti naza alınmış numarasıyla “Pentagon belgesi”nde “asıl hedef” olarak konulan İran’ın çıkarılması, aslında sonucu ve “Füze Kalkanı”nın hedefini değiştirmiyor. Ve “sinsî maksat” gözden kaçırılarak bu çarpıtmaya ve dayatmaya geliniyor. Hûlâsa, “yandaş” ve sözde “karşıt” medyanın methiyeler dizerek propaganda ettiği Ankara-Lizbon-Washington hattında sahnelenen ve Türkiye’nin “ABD ve İsrail’in kalkanı” yapılmasında tam bir şaşırtma ve kamuoyunu yanıltma oyunu oynanıyor. Sonra AKP hükûmeti, neden buna mecburiyet duyuyor ki bu uğurda halkın aldatılması ve yanıltılması oyunlarına başvuruluyor… Yazık, çok yazık… 23.11.2010 E-Posta: [email protected] |