Cevher İLHAN |
|
“Füze Kalkanı” oyunu ve yanıltması (1) |
AKP iktidarında Türkiye, ABD’nin iki milyondan fazla sivili katlettiği Müslüman komşu Irak ve yüzbinlerce insanın öldürüldüğü Afganistan işgaline tam destek verip kanlı “kirli savaş”ın ortağı edilirken, bu kez Amerikan küresel hegemonya ve çıkarlarına “kalkan” ediliyor. Gerçek şu ki, Türkiye topraklarında ve denizlerinde konuşlandırılacak “Oynak Füze Savunma Sistemi”, NATO paravanında makyajlanan Bush döneminden kalma bir “Amerikan projesi”. Zira, Amerikan Başkanı Obama, Savunma Bakanı Gates ve Genelkurmay Başkanı’nın onayladığı 17 Eylül tarihli Beyaz Saray damgalı “genel bilgiler”de açık açık “Füze savunma sistemi, İran tehdidi algılaması temeline dayalıdır” deniliyor. Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde oluşturulması plânlanan, ancak Rusya’nın karşı çıkması sebebiyle Türkiye üzerine odaklanan “proje”nin amacı, Pentagon belgelerinde açıkça “İran’a karşı Amerikan füzelerinin güçlendirilmesi” olarak tanımlanıyor. Diğer bütün Amerikan belgelerinde de füzelerin “ABD ve Güney Avrupa’yı İran’ın füze tehdidinden korumak(!)” olduğu belirtiliyor… Aslında Pentagon’un Avrupa ve NATO politikalarından sorumlu üst düzey yetkilisi Jim Townsend’ın, en başta Ankara ile derin görüşmeler yaptıklarını, Türkiye’ye yerleştirilecek füzelerin hedefinin İran olduğunu söylemesi, asıl hedefin İran olduğunun ikrarıydı… Bunun içindir ki, “İran” kelimesinin çıkarılması, bir yanıltma olarak karşımıza çıkıyor…
“KARŞIYMIŞ” GÖRÜNTÜSÜYLE KAMUOYU ALIŞTIRILDI… Bilindiği gibi, en evvel NATO Genel Sekreteri Rasmussen, “Tehdit altındayız. Dünyada 30’dan fazla ülke balistik füze teknolojisi üzerinde çalışıyor ve bazılarının menzili Avrupa’ya ulaşıyor” demişti. Peşinden Gates, ABD’nin Avrupa’ya kurmayı plânladığı yeni stratejik konsept çerçevesindeki “hava savunma kompleksi” için Türkiye’ye baskı yapmadıklarını, ancak konuyu uzun süredir görüşmeye devam ettiklerini duyurdu. Ardından Millî Savunma Bakanı Gönül, 19-20 Kasım’da Lizbon’daki NATO zirvesinde değişen yeni tehdit algılamasıyla alınacak kararla Karadeniz, Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu’ya SM-3 ve Patriot PAC 3 füzelerin konuşlandırılacağını te’yid etti. Peşinden Başbakan Erdoğan, “Bu işin komutasının kime verileceği hususu”nu gündeme getirerek, “Özellikle topraklarımızın genelinde böyle bir şey düşünülüyorsa, zaten kesinlikle bu bize verilmeli, aksi takdirde böyle bir şeyin kabulü mümkün değil” dedi. “Tabiî yerleşim noktası bunların, çok çok önemli. Ve bu serpilme nerede olacak, nasıl olacak, bu önemli. Hangi irtifada olacak, bunlar önemli” diyerek, kamuoyuna “direndikleri” mesajını pompaladı. Erdoğan, bununla da kalmadı. “Lizbon Zirvesi’nde eğer mutabakat sağlanırsa ne âlâ, sağlanmazsa söyleyecek bir şey yok” cümlesiyle Türkiye’nin şartları kabul edilmezse vazgeçecekleri havasını verdi. “Şu anda verilmiş olan nihaî bir karar söz konusu değildir” cümlesiyle, Türkiye’nin ciddî bir müzâkere ve pazarlık içinde olduğu imajını vermeye çalıştı. Ne var ki, Güney Kore’ye giderken füze kalkanının ABD’nin projesi olduğunu nazarlardan kaçırarak, “NATO’nun bir üyesi olarak şüphesiz ki bu kapsamda atılacak bir adım” ifâdesiyle “Füze Kalkanı”na ilk “sıcak sinyalleri” çaktı. Seul’de görüştüğü Obama’ya “Füze Kalkanı” Projesi ile ilgili Türkiye’nin hassasiyetini aktardığını söyledikten sonra, “Bunun NATO çerçevesinde olması halinde bu adımı atabileceğiz” yeşil ışığını yaktı. Kısacası, hükûmetçe önce “Füze Kalkanı”na “karşıymış” görüntüsü verilerek kamuoyu adım adım hazırlandı!..
TÜRKİYE’NİN HANGİ HASSASİYETİ DİKKATE ALINDI? Ve “İngiliz Kraliyet ödülü” için Londra’ya giden Cumhurbaşkanı Gül’ün, “kararlarını verdiklerini” açıklaması, son nokta oldu. Erdoğan’ın dile getirdiği beklentileri tekrarlayan Gül’ün, zirvenin ikinci gününde “ilkesel olarak arzu ettiğimiz çerçevede bir karar çıktı” demesi bunun ifâdesi. Oysa “stratejik belge”de “İran” zikredilmezse de herkes hedefin “İran” olduğunu biliyor. Böylece, zirveye katılmak için Lizbon’a hareketinden önce, “İran veya başka bir ülkenin hedef gösterilmesini asla kabul etmeyiz” sözüyle Ankara’nın şartlarını âdeta bire indiren teminatının da bir anlamı kalmıyor. Neticede, ortaya attığı “Türkiye’nin çekinceleri”nin hiçbiri yerine getirilmeden, Türkiye “Füze Kalkanı” emr-i vakisine resmen getiriliyor. İleri sürülen “şartlar”ın kamuoyunu oyalamak ve alıştırmak taktiğiyle olduğu açığa çıkıyor. Ankara, baştan beri yetkililerin ağzından “Füze Kalkanı’ kararında öncelikle ülke menfaatlerinin esas alınacağı” iddiasındaydı… Sormak lâzım, “Türkiye’nin arzu ettiği çerçevede bir karar çıktı” mı? Türkiye’nin hangi hassasiyeti dikkate alındı? Komuta-kontrol Türkiye’de mi yoksa başkalarında mı olacak? Gerçekten “Füze Kalkanı”nda Türkiye’yi memnun edecek hangi talebi yerine getirildi ki Cumhurbaşkanı “memnuniyeti”ni bildiriyor? Bu soruların cevabı “ayrıntılar”a havale edilmiş; ve “ayrıntılar” da geleceğe ötelenmiş... Yani “Füze Kalkanı” Türkiye’de konuşlandırıldıktan ve iş işten geçtikten sonra… 22.11.2010 E-Posta: [email protected] |