Süleyman KÖSMENE |
|
Nur mesleğinin: İhlâs Risâlesi - 1 |
Abdullah Bey: “Bazen olmadık zamanlarda ortaya çıkan ve hizmetlerimize doğrudan zarar veren kini, öfkeyi, tarafgirliklerin doğurduğu soğuklukları kardeşler arasında nasıl öldürebiliriz?”
İçtikçe içtiğimiz, doyamadığımız ve başkalarına da ulaştırmakla mükellef olduğumuz safi ve tatlı pınar suyunun bazen neden sıradan kırılganlıklarla, sürtüşmelerle, münakaşalarla ve ihtilâflarla bulanmasına izin verdiğimizi anlamak mümkün değildir! Sebep olarak dönüp dolaşıp tekrar şeytana geliyoruz. Ve demek bizimle her hal ve her şartta şeytanın uğraştığını ve başa da geçtiğini titreyerek görüyoruz. Şeytanın bizlere sûret-i hak tarafından gelmesi de en dehşetli handikabımızı oluşturmaktadır. Çünkü başka taraftan yutmuyoruz. Demek, bize sokulmak ve hayırlı amellerimizi iptal ettirmek isteyen şeytan, hak görüntüsüyle geliyor ve bizi fesada uğratıyor. Üstad Bedîüzzaman Hazretleri İhlâs Risâlesine başlarken, mühim bir uyarı yapıyor: “Bu Lem’a lâakal her on beş günde bir defa okunmalı” diyor. Kendimizi sorgulamaya buradan başlayalım: Okuyor muyuz? Okumayınca uygulama da olmuyor veya uygulamada aksamalar görülüyor. İhlâsta aksamalar olunca, bu, hizmetimize ve amelimize doğrudan yansıyor. Adâvet ve husûmet de bu boşluktan fırsat bulup kalbimize sokuluyor ve yerleşiyor. Ondan sonra bizler, ne acıdır ki, Üstad Hazretlerinin idealindeki “Muhabbet fedaîleri” değil, şeytanın hain emelindeki “Adâvet ve husûmet fedâileri” durumuna düşüyoruz. Üstad Hazretleri İhlâs Risâlesinin Birinci Düsturunda halkın beğenisiyle hakkın beğenisini mukayese ediyor. Buna göre, hareket noktamız ya halkın beğenisi olacaktır, ya da hakkın beğenisi. Halkın beğenisini esas alırsak orada adâvetin ve husûmetin bulunması olağan bir şeydir. Bundan şikâyet etmemize gerek yoktur. Hakkın beğenisini esas aldığımızda ise, buraya adâvet ve husûmet girmemelidir. Çünkü burada hakem Hak'tır, yargıç Hak'tır, yaratıcı Hak'tır, sorgu sahibi Hak'tır, rıza sahibi Hak'tır. O’nun rızası ise birbirimizi itham etmekte, suçlamakta ve gıyaben mahkûm etmekte değil; affetmekte, bağışlamakta, sineye çekmekte, Allah’a havale etmekte ve uhuvveti bozucu tavırlardan uzaklaşmaktadır. Eğer bunun tersini yapıyorsak orada ihlâs, yani Hakk'ın rızasını kazanma endişesini arayabilir miyiz? İhlâs Risâlesinin İkinci Düsturunda Üstad Bedîüzzaman Hazretleri, hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerimizi tenkid etmemeyi ve onların üstünde fazilet satıcısı durumuna düşerek onların gıpta damarını tahrik etmemeyi ısrarla ve bir prensip çerçevesinde işliyor. Bu düsturun aksine olarak; eğer birbirimizi tenkid ediyorsak, eğer birbirimizin fazîletini yetersiz görüp kendi fazîletimizi öne sürüyorsak, onların gıpta damarını tahrik etmiş oluruz. Burada ise adâvet ve husûmet yol bulup kalbimize girer. Bir yerde tenkid varsa, fazîlet satıcılığı varsa, orada adâvet, haset, husûmet, fitne…vs. de vardır. Olmasın dersek, tenkîdden ve fazîlet satıcılığından vazgeçmemiz gerekecektir. Vazgeçmiyorsak, adâvetten ve husûmetten boşuna ne diye şikâyet ediyoruz? Boşuna ne diye yoruluyoruz? Boşuna ne diye barış bekliyoruz? Boşuna ne diye cemaatin huzurunu bozuyoruz? Boşuna ne diye kendimizi aldatıyoruz? İkinci Düsturu tersine işlettikten sonra? Ne diye? Ne diye? Ne diye? İhlâs Risâlesinin Üçüncü Düsturunda Üstad Bedîüzzaman Hazretleri, bütün kuvvetimizi ihlâsta ve hakta bilmemiz gerektiğini bildiriyor. Bu düstura göre, kardeşlerimizin nefislerini şerefte, makamda, halkın beğenisinde, hattâ maddî menfaat gibi nefsimizin hoşuna gidecek şeylerde nefsimize tercih etmeliyiz. Aksi olursa, yani kendi nefsimizi şerefte, makamda, halkın beğenisinde veya maddî menfaatlerde tercih edersek orada adâvet başlar, husûmet başlar, kin başlar, fitne başlar, fesât başlar. Kendi nefsimizi tercih etmemizin normal ve tabiî sonucu budur çünkü. O zaman da bütün bunlardan şikâyet etmeye hakkımız olmaz. Kardeşler arasında neden husûmet var? Neden adâvet var? Neden barış gerçekleşmiyor?...vs. Sorularının hepsi boşlukta kalır. Bütün barış çabaları sonuçsuz kalmaya mahkûm olur. Çünkü Üçüncü Düstur tersine işletilmektedir. Bu durumda, ne provokatör arayalım ne de başka bir şey! Dert bizim kendi içimizde, derman da kendi içimizdedir. Görünen diğer sebepler boştur! 24.09.2010 E-Posta: [email protected] |