Cevher İLHAN |
|
“E-muhtıra” geçiştiriliyor! |
“Anayasa değişikliği paketi” polemiklerine “27 Nisan e-muhtırası” damgasını vurdu. İşin ilginç yanı, tam da 12 Eylül ihtilâli dönemi tasarruflarından dolayı haklarında hiçbir hukukî, mâlî ve idârî soruşturma açılamayacağı ve yargı merciine başvurulamayacağı hükmüyle darbecileri koruyup kollayan Anayasa’nın Geçici 15. maddesinin 28 yıl sonra kaldırılmasının Meclis’te görüşüldüğü günde, “27 Nisan muhtırası” tartışması alevlendi. Bütün parti gruplarınca, “27 Nisan bildirisi”nin demokrasiye ve millet irâdesinin temsilcisi Meclis’e açık bir müdahâle olduğu bir defa daha te’yid edildi. Bilindiği gibi AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, e-muhtırayı bizzat kaleme alan zamanın Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın, “27 Nisan bildirisi muhtıra değildi, sadece hassasiyetlerimizi ortaya koyduk” sözlerine, “Ama biz hükûmet olarak 27 Nisan’ı muhtıra gibi algıladık” cevabını vermişti. (Vatan, 12.4.2010) 27 Nisan 2007’deki “e-muhtıra”dan bir gün sonra 28 Nisan’da Büyükanıt ile yaptığı görüşmenin detaylarını açıklayan Çelik, katıldığı bir tv programında, Büyükanıt’ın kendisine de benzer şeyler söylediğini, “Muhtıra verdiğimizi söylüyorlar, bunun neresi muhtıra? Sadece hassasiyetlerimizi ortaya koyduk, farklı noktalara çekiliyor” dediğini anlatmış; “2 saat 10 dakika oturduk, konuştuk; bol çaylı, kahveli, ikramlı bir görüşme oldu. Ben iddiaların ne kadar mesnetsiz, gerçekten uzak olduğunu anlattım. Netice itibarıyla sitemimi ilettim” diye konuşmuştu. Çelik, “muhtıra’ gibi algıladıkları ‘e-muhtıra”nın “hükûmetin açıklaması”yla “muhtıra” olmaktan çıktığını belirtmiş; “Hükümet bunu sineye çekseydi, bildiri muhtıra olarak kalmaya devam ederdi” yorumunu yapmıştı. Ardından da “Sayın Büyükanıt’ta gördüğüm şuydu: Muhtıra verilse asker muhtıraya sahip çıkardı. Orada, ‘iyi ki bunu yaptık’ diye bir hava sezmedim” değerlendirmesinde bulunmuştu…
YALNIZ “ŞIK OLMAYAN BİR ŞEY” Mİ? Başbakan Erdoğan da üçüncü yıldönümünde “e-muhtıra”nın sorulması üzerine, ilk kez açıklamada bulundu. “27 Nisan 23:25 farklı bir şeydi. Ekranda görünce şaşırdım, şaşkınlık meydana getirdi” diye yorumladı. Açık ifâdesiyle “Bu kadar uyumlu olduğumuz süreçte Türkiye ekonomik gelişmeyi yaşarken nasıl olur da böyle bir yaklaşım olur diye şaşkınlık meydana getirmişti” diye hatırlattı… Görünen o ki Başbakan da “hükûmet açıklaması”nı “e-muhtıra”ya karşı yeterli buluyor. Oysa kamuoyu, iktidarın başta “muhtıra” olarak algıladığı bu “e-bildiri”nin açıklamayla geçiştirilmesini değil, hesabının sorulmasını istiyor. Darbe hazırlıklarının ve darbeye ortam hazırlama plânlarının sorgulandığı safhada, demokrasiye su-i kast olduğu açığa çıkan “e-muhtıra”nın da en azıdan soruşturulmasını bekliyor… Gerçekten, AKP’nin hemen peşinden gittiği seçimlerde “Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesini engelleme” tepkisi olarak “mağduriyet” propagandasıyla meydanlarda bol bol istimal ettiği ve Başbakan Yardımcısı Arınç’ın ikrarıyla en az yüzde 10-15 oy sağlayarak demokratik yarışı baştan engelli hale getiren “e-bildiri”ye karşı neden hiçbir şey yapılmadı, yapılmıyor? Neden hâlâ üzerine gitmeyerek sineye çekiliyor? Askerlerin “e-muhtarıa”ya sahip çıkmaması ve muhtırayı bizzat kaleme aldığını belirten Büyükanıt’tan, “iyi ki bunu yaptık” havasının sezilmemesi, demokrasiyi katle azmeden bir darbe teşebbüsüne “tâkipsizlik” olur mu? Cumhurbaşkanı seçimine doğrudan müdahâle olan “e-muhtıra”yı basite indirger mi? Hangi darbeci-muhtıracı, sonradan “iyi ki yaptık” der? Başbakan’ın ifâdesiyle, “e-muhtıra” yalnız “şık olmayan bir şey” mi? Bu durumda peşinden Başbakan’ın Büyükanıt’la başbaşa yaptığı ve “sır olarak mezara girecek” dediği görüşmede “Dolmabahçe mutâbakatı” var mı? Yoksa bu süreçte diğer darbe teşebbüsçülerinden farklı olarak “e-muhtıra”yı verene trilyonluk zırhlı araba tahsis edilmesinin ve görüşmenin “sır” olarak kalmasının anlamı nedir?
SADECE “SİTEM”LE KALINIYOR… Başbakan “Kimse bize laiklik dersi vermesin” diyor; lâkin Kutlu Doğum haftasını, çocukların ilâhî okumasını, dinî bir piyesi ve hatta mescitleri “laikliğe aykırı” ve “irticaî tehdit” sayan, bunun üzerinden hükûmete ve millet irâdesine tezyifte bulunan mâlum “muhtıra”ya karşı en ufak bir şey yapılmıyor? Arınç, “Parlamentoları ve siyasî partileri kapatan, hükûmetleri deviren darbeler Patagonya’da bile suç” demişti. Erdoğan’ın daha önce “Bırakın bu sulu şakaları!” diye tepki gösterdiği, 12 Eylül’ün koruyup kollayan madde kaldırılıyor. Ne var ki yüzbinlerce vatandaşı “irticacı” diye fişleyen 28 postmodern darbesinin yargılanmasına yanaşılmıyor! “Demokrasiye balans ayarı vermek için” tankları sokaklarda yürütenler neden ıskalanıyor! 2003-2007 arası, düşünülen, plânlanan, “darbe ortamına zemin hazırlamalar” tek tek soruşturuluyor. Binlerce sayfalık iddianâmeler hazırlanıyor, “darbe teşebbüsü”nde bulunanlar tutuklanıyor. Fakat millet irâdesinin temsilcisi Meclislerin kapısına kilit vuran, hükûmetleri alaşağı eden, demokrasiyi katleden darbelere ve muhtıralara sıra gelmiyor! Niçin? “Darbe günlükleri”ni yazan darbeciler, emekli paşalar ve hatta not alan gazeteciler soruşturuluyor; “darbe metni”ni yazıp yayınlayarak darbeye teşebbüse yeltenenlere dokunulmuyor! Bâriz bir “darbe bildirisi” olan 27 Nisan e-muhtırasını kaleme alan “emekli paşalar” hakkında hiçbir işlem yapılmıyor! Neden? Sahi neden AKP iktidarı, 27 Nisan e-muhtırasına sâdece “sitem”le kalıyor, geçiştiriyor? Samimiyet bu soruların cevabında… 02.05.2010 E-Posta: [email protected] |