Mehmet KARA |
|
Şok, şok, şok… |
Hiç şüphe yok ki, Başbakan Tayyip Erdoğan polemiği seviyor. Öfkeli tavrını da Kasımpaşalı olmasına bağlayanlar var. Sinirlenince yüzü kıpkırmızı kesiliyor. Erdoğan’ın çizdiği bu “başbakan görüntüsü”ne Türkiye alıştı(!) Erdoğan konuşmalarının çoğunu prompter denilen aletten okuyan liderlerden. Dinleyenlerin dikkatli bakmadan göremediği konuşma şekli, sanki irticalen konuşuyormuş havası verdiğinden tercih ediliyor. Erdoğan konuşmaları buradan okumak yerine irticalen yapmaya başladığında bilin ki, yine birilerine sinirlenecek ve yeni polemiklere meydan verecek demektir. Bir taraftan kendisi kendi görüşüne yakın olmayan kurum, kuruluş, kişileri eleştirirken, diğer taraftan kendisine yapılan eleştirilere de tahammülü yok. Eleştiriler karşısında mahkemeye başvurması da bunun göstergesi. Mahkemelerden aldığı yüklü paraların Şubat ayı sonunda açıkladığı mal varlığına büyük katkı sağladığı da muhakkak! ** * İki hafta önce artık Baykal ve Bahçeli’nin adını ağzına almayacağını söylemesinin ardından bu kez de eleştirilerini gazetecilere yöneltti. Önce “köşe yazarları her istediğini yazamaz” deyip medya patronlarına seslendi. “Parasını sen veriyorsun, yazarına sahip çık, sonra feryat etme” dedi. Bir taraftan da böyle derken, diğer taraftan köşe yazarlarının kendisini eleştirebileceğini buna hakları olduğunu söyledi ve “Ancak ben de uyarımı yapmak zorundayım. Çünkü herkes yerini, konumunu gayet iyi bilmelidir. Ve bu ülkeyi de germeye hakları yoktur” sözünü ilave etti. Yani, köşe yazarlarını patronlarına şikâyet etti. Birkaç gün sonra da partisinin grubunda “meramımızı tam anlatamamışız” diyerek gazete patronlarına “Köşe yazarını işten at demedim ki” diyerek kısmen de olsa geri adım attı. Böylece gazete yazarlarını patronlarına şikâyet etmesiyle başlayan polemiği farklı boyuta taşımış oldu. Gazete ve televizyonların, “şok, şok, şok” diye her konuyu evirip çevirip milleti karamsarlığa sevk ettiğini söyledi. Eleştirisini gazete patronlarına kaydırdı. Patronların kendisine gelip yazarlarından şikâyetçi olduğunu açıkladı. Peşinden de, “Şu ana kadar kimse ‘Başbakan isim verip şunu at dedi’ diyemez. Bu kadar aşağılık hesaplar içinde olamam” diye konuştu. * * * Erdoğan’ın bu sözleri geçen hafta çokça tartışıldı. Neredeyse bu konuda yazı yazmayan yazar kalmadı. İnternette açılan bir sayfada imza kampanyası da başlatıldı. Şimdiye kadar birçok köşe yazarının imzaladığı metinde şu ifadeler var: Erdoğan’ın gazete patronlarının köşe yazarlarını kontrol etmesi gerektiğini savunan açıklamasının varlığımızı borçlu olduğumuz basın özgürlüğüne ve genel olarak ‘demokratik Türkiye’ idealine aykırı, vahim bir tutum olduğunu düşünüyor ve bu açıklamayı protesto ediyoruz…” AKP iktidarı ile birlikte “yandaş medya” diye bir medya oluşturuldu. “Yandaş medya” mensubu olan, yani iktidarı destekleyen yazarların da Erdoğan’ın bu sözlerine tepki göstermesi memnuniyet verici oldu. Çünkü, demokrasi ve özgürlük herkese lâzım ve herkesin sahip çıkması gerekir. Bir yandan ‘özgürlükler genişlesin’ diyeceksin, diğer yandan basın özgürlüğüne darbe vuracaksın… Bunlar ikisi bir arada olamayacak yaklaşımlardır. Bir taraftan Türkiye daha fazla demokratikleşsin diye Kürt, Alevî, roman, sanatçı açılımı adıyla demokratik açılımlar yapılırken; özgürlükler genişlesin diye çalışılırken diğer taraftan basın özgürlüğüne sekte niteliğinde ifade kullanılması ne kadar doğrudur? Elbette hükümetin iyi yapmadığı icraatları eleştirilecektir. Hiç kimseyi kendi gibi düşünmeye kimse zorlayamaz. Aslında eleştiri yöneticinin kendisini düzeltmesine fayda sağladığı için yapılan eleştirilerin dikkate alınması, daha iyi işlerin ortaya çıkması için yararlıdır da… Unutmamak gerekir ki, eleştiri demokrasinin vazgeçilmezlerindendir. İki fotoğraftan birisi yanlış. Yanlış olan da özgürlüklerin kısıtlanması anlamına gelen görüntü. * * * Birilerinin kalemini silâh gibi kullanarak ülkeyi karıştırmak ve kaos ortamına sürüklemek, ülkeyi gerek ekonomik, gerekse siyasî anlamda zarara uğratmak gibi hakları olmadığı gibi, bir başbakanın da iktidar gücünü kullanıp, yazarları tehdit anlamına gelen ifadeler kullanmaya da hakkı olmamalı. Bu arada, hiç kimse de kalkıp başbakana hakaret edemez. Bunu da kabul etmek mümkün değildir. Aslolan düşünce ve ifade özgürlüğünün alabildiğince geniş olmasıdır. Millet her düşünceyi dikkatlice dinleyip ferasetiyle kararını verecektir. Yapılması gereken de budur. Halkın vicdan ve sağduyusuna sonsuz güvenmek lâzım. Bir yazar sırf insanların kafasını karıştırmak yahut kriz ortamı oluşturmak amacıyla yazı yaza bile milletin vicdanında bu art niyet mâkes bulmaz. Esas kararı milletin ortak aklı verir. Keşke hem yazarlar yazılarını yazarken, hem de siyasetçiler konuşurken bu altın kuralı unutmasa… Şüphesiz o zaman her şey daha güzel olurdu.
06.03.2010 E-Posta: [email protected] |