Süleyman KÖSMENE |
|
Kur’ân’ın korunması ve mükellefiyet |
Almanya’dan okuyucumuz: “Allah (cc) İncil, Tevrat gibi daha önceden gönderdiği kitaplarını korumamış; ama Kur’ân-ı Kerim’i kıyamete kadar korumayı vaad ediyor? Bunun hikmeti nedir?”
Peygamberler kendi dönemlerinde insanların anlayacağı dilden mu’cize göstermişlerdir. İnsanlarla sağlıklı iletişim kurmak için bu bir gerekliliktir. İnsanlara anlayacakları dilden hitap etmek Allah’ın hem peygamberlerine önerdiği, hem de bizzat Kendisinin kitaplarında ve emirlerinde uyguladığı bir niteliktir. Sağlıklı iletişimin bir gereği olarak, Hazret-i Sâlih Aleyhisselâm, kavminin isteği üzerine kayanın gövdesinden deve çıkarmış; Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâm, sihrin revaçta olduğu Mısır’da sihir cinsinden mu’cizeler göstermiş; Hazret-i Îsâ Aleyhisselâm tıbbın revaçta olduğu kendi döneminde tıp cinsinden mu’cizeler göstermiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in nazil olduğu dönemde ise birer söz söyleme san'atı olarak belâgat, fesâhat ve i’câz revaçta idi. Peygamber Efendimiz’in (asm) mu'cizeleri de genellikle söz cinsinden geldi.1 Söz mu’cize olunca bozulma riski yok denecek derecede azalıyor. Peygamberler genelde kendilerinden önceki peygamberin getirdiği kitabın ve dinin bozulan ve saptırılan kısımlarını ıslâh etmişler ve insanlara tebliğ etmişlerdir. Tevrat Hazret-i İsâ’ya (as) gelinceye kadar bir çok Peygamberce okunmuş, vahye dayalı olarak tashih edilmiş ve tebliğ edilmiştir. İncil—Tevrat’la birlikte—Hazret-i Muhammed (asm) tarafından Kur’ân ile tasdik edilmiştir. Nitekim Tevrat’ın ve İncil’in bozulmamış nüshalarına-–vahiydeki aslına—iman etmek biz Müslümanlar için bir îmân kuralıdır. Kur’ân’a gelince; Kur’ân, Son Peygamberin (asm) kitabıdır. Bozulması durumunda Kur’ân’ı tashih ve ıslâh edecek yeni bir Peygamber söz konusu değildir. Öyleyse Kur’ân’ı tehlikelerden koruyacak şekilde tedbir almak gerekiyordu. İşte bu İlâhî tedbirlerden birisi onun i’câzı ve belâgâtıdır. Kur’ân’ın i’câzı ve belâgâtı onun zırhı olmuştur. Bu zamanda Kur’ân’ın i’cazını beyan etmeye ise Risâle-i Nur görevlidir.2 Nihâyet, Cenâb-ı Hak böyle tercih etmiştir. Bize bu İlâhî tercihe teslim olmak yakışır. *** Ankara’dan okuyucumuz: “Kız ve erkek çocuklarımızın namaza ve tesettür hükümlerini uygulamaya başlamalarının belli bir yaş sınırı var mıdır?” Öğrenme, çocuk zararı faydadan ayırmaya başladıktan sonra başlar. Güç yetirebildiğini öğrenir. Peygamber Efendimiz (asm) kız ve erkek fark etmeksizin, çocuklarımıza namazı yedi yaşında öğretmeye başlamamızı emir buyurmuştur.3 Fakat mahşerdeki hesaba dönük sorumluluğun başladığı yaş, ergenlik yaşıdır. Kur’ân, “Allah kimseyi gücünün yettiğinden fazlasıyla mükellef tutmaz”4 buyurmuştur. Güç yetirme sınırı teklif yaşıdır, yani mükellef olma yaşıdır. Peygamber Efendimiz (asm) “güç yetirme” sınırını, yani mükellef olma yaşını şöyle bildirmiştir: “Kalem üç kişiden kaldırılmıştır: 1- Uyanıncaya kadar uyuyandan. 2- Delikanlı oluncaya kadar çocuktan. 3- Akıllanıncaya kadar deliden.”5 Demek, çocuk delikanlı olunca, eğer aklı da yerindeyse mükelleftir, yani teklif yaşına gelmiştir. Teklif yaşı kişinin âkıl-bâliğ olduğu, yani ergenliğe ulaştığı yaştır. Buluğ, biyolojik ergenlik demektir ve kişinin çocukluk döneminden çıkıp yetişkinler grubuna katıldığı dönemin başlangıcıdır. Bu yaş iklim şartlarına ve çocuğun biyolojik ve psikolojik yapısına ve yaratılışına göre değişiklik arz edebilmektedir. Ergenlik çağı net olarak, erkek çocuklar için ilk ihtilâm olduğu yaşta; kız çocuklar için ise ilk âdet görmeye başladığı yaşta başlamış olmaktadır. Bunu yaş olarak rakamlara da döken İslâm Hukûkçuları bu konuda bir alt sınır, bir de üst sınır belirlemişler; alt sınırın altındakileri ergen saymamışlar; üst sınırı geçenleri ise, ergen olmadıklarını iddiâ etseler bile ergen saymışlardır. Alt sınır kızlarda dokuz, erkek çocuklarda on ikidir. Üst sınır ise, İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’ye göre kızlarda on yedi, erkeklerde on sekiz; İmam-ı Mâlik’e göre her iki cins için on sekiz; Hanefî Fukahasından İmam-ı Ebû Yusuf ile İmam-ı Muhammed’e göre ise her iki cins için on beş yaştır.6 Büluğ çağını, Üstad Bedîüzzaman Hazretleri de ortalama on beşinci yaş olarak bildirmiştir.7 Demek mahşerdeki sorguda esas alınacak yaş, yaklaşık on beş yaştır. Bu yaşa giren çocuklarımız dînin emir ve yasaklarıyla mükelleftirler. Çocuklarımıza sorumluluklarını Peygamber Efendimiz’in (asm) “Müjdeleyiniz. Nefret ettirmeyiniz. Kolaylaştırınız. Zorlaştırmayınız” 8 emri çerçevesinde hatırlatalım. İhmal ettiklerinde şefkatle ve sabırla onları teşvik edelim.
05.03.2010 E-Posta: [email protected] |