Recep TAŞCI |
|
Faize cennet, emeğe Cehennem |
Zenginler, fakirler... Toklar, açlar... İnsanlığın değişmez kaderi. Kaynaklar silâha ve savaşa harcanmasa, bölüşüm adil olsa, fakirlik de açlık da dünya gündeminden çıkar. 21. yüzyılda yaşlı kürede manzara şu: Bir tarafta açlıktan kıvranan bir milyar... Diğer tarafta aksırıncaya, tıksırıncaya kadar midelerini tıka basa dolduran bir milyar insan. Ülkemizde de benzer durum: Bir milyon insanımız aç... Ayrıca yoksulluk sınırında çırpınanlar. İşte onlardan bir kesit. İş arayanlar, iş aramaktan umudunu kesenler, asgarî ücrete mahkûm olanlar, memur, emekli, işçi, çiftçi, küçük esnaf... Öte yandan para ticaretinden köşeyi ve başları dönenler. Kimler mi? Birinci sırada bankalar. Bilânçolar açıklandı. 2009 yılı kârı 20 milyar TL. Geçen yıla göre yüzde 50 artmış. Bu da bir rekor. Hem de ekonomi kan ağlarken. Nasıl ağlamasın? Dumanı tütmeyen, atıl kapasite çalışan fabrikalar... Kilit vurulan işyerleri... Karşılıksız çekler, protesto edilen senetler... Borç yüzünden intiharlar, cinnetler, parçalanan aileler... Borç batağına saplanmış bir devlet. Aşırı küçülen bir ekonomi. Yani fakirleşme. Bu şartlarda bankaların kâr etmesi, takdir edilmeli, alkışlanmalı. Aynı zamanda sorgulanmalı. Mevduata ödenen faizler düşerken kredi faizleri aynı oranda inmiyor. Komisyon, havale, kart kirası adı altında her çeşit işlemden ücret talep ediliyor. Gecikme faizleri çok yüksek. En büyük gelir kalemi ise Hazine kâğıtları. Devlet borçlandıkça bankaların kârı artıyor. Bedelini, vergilerle ve zorunlu tüketim mallarına zam yoluyla halk ödüyor. Kârların artması demek, cebimizden daha çok para çıkması demek. Bu yüzden banka kârları toplumu doğrudan ilgilendiriyor. Bankalar risksiz, devlet garantili kazançlara rağbet edeceklerine, reel sektöre kredi musluklarını açmada nazlanmasalar, ekonomiyi daha olumlu yönde etkileyebilirler. Altını çizmemiz gereken bir husus da şu: Bankacılık sektörünün yarısı yabancıların elinde. Kazandıklarını yurtdışına götürüyorlar. Zaten kaynaklarımız kıt. Ekonomiye bir katkıları yok. Doğrudan sermaye getirip fabrika kuranları, istihdamı genişletenleri teşvik edelim, her türlü yasal, idarî engelleri kaldıralım. Faiz için gelen sermaye ise farklı. Kanımızı emmekle kalmıyor, aynı zamanda ekonominin güvenliğini tehdit ediyor. Olayın ciddiyetini ve boyutunu kavrayabilmek için sadece bir rakam verelim. 2003-2009 döneminde yabancılar; borsa, devlet iç borçlanma senetleri gibi finansal araçlara yaptıkları portföy yatırımlarından kazandıkları 22 milyar 562 milyon doları yurtdışına transfer ettiler. Alın teri dökmeden kazanan yabancı yatırımcılar için cennet olan ülkemiz, kendi halkına cehennemi yaşatıyor. Emekçisine 3-5 kuruşu çok görenler, elin yabancısının ceplerini doldurmasına seyirci kalıyorlar, devletin borçlanma ihtiyacını azaltacak gerekli adımları atmaktan kaçınıyorlar. Gerekli adımların ne olduğunu zaman zaman dile getiriyoruz. Önce zihniyetin kökten değişmesi gerekir. Bu bağlamda emek ve üretim odaklı bir politika izlenmeli, zaman ve kaynak israfına son verilmeli ve tabiî ki adil bir vergi sistemi kurulmalıdır. Zira sıkıntılarımızın temelinde vergi alma, borç al yaklaşımı yatmaktadır.
01.03.2010 E-Posta: [email protected] |