Röportaj |
H. HÜSEYİN KEMAL |
HÜKÜMETLERİN YARGI ÜZERİNDE ETKİSİ YOK |
Erzurum Savcısının başına gelenler Şemdinli’den vahim diyen Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Şentop ”Şemdinli’de bir soruşturma açılmıştı. En azından şeklen hukuka uygunluk vardı. Burada o bile yok” diye konuştu. Hükümetlerin yargı üzerindeki etkisinin yok denecek kadar az olduğunu belirten Şentop Şemdinli ve Erzurum savcılarının durumunu örnek gösterdi. YARGI BAĞIMSIZLIĞI İÇİN EN BÜYÜK TEHDİT ASKER
Şentop “Ferhat Sarıkaya, Adalet Bakanı ve müsteşar karşı olduğu halde HSYK tarafından ihraç edilebilmiştir. Sacit Kayasu da aynı şekilde… 28 Şubat sürecinde, askerler birifing için hakim ve savcıları çağırdığında, Adalet Bakanı “Gitmeyin” diye genelge yayımlamıştı, ne oldu? Hepsi gitti… Demek ki, Adalet Bakanının değil askerlerin etkisi daha güçlü… Yargı bağımsızlığı için en büyük tehdit askerî bürokrasi ile askerî bürokrasinin etkisine açık hakim ve savcılardı.
ERZURUM SAVCISININ BAŞINA GELENLER ŞEMDİNLİ’DEN VAHİM!
Geçtiğimiz haftalarda Erzurum Özel Yetkili Savcısı Ergenekon dâvâsı kapsamında Erzincan Başsavcısı hakkında soruşturma açtığı için HSYK tarafından görevinden alındı. Biz de Türkiye’de yargının nasıl işlediğini, HSYK’nın yargı üstündeki etkisini Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyelerinden Doç. Dr. Mustafa Şentop’la konuştuk. Şentop, Erzurum savcısının başına geleni “Şemdinli’den vahim” diye değerlendiriyor.
Hakimler ve savcıların yargısal faaliyetleri nasıl denetlenebilir?
Hakimlerle savcıları birbirinden ayırmak lâzım. Hakimlerin vermiş olduğu yargısal kararlar, kararın niteliğine göre ya bir başka hakim veya mahkeme ya da temyiz yoluyla Yargıtay tarafından denetlenebilir. Bu denetleme, çoğu zaman hakimin vermiş olduğu kararla alâkalı olan kişinin itirazı veya başvurusu üzerine yapılır. Savcıların kararlarının da iki şekilde denetimi olabilir. Savcı yapmış olduğu soruşturma sonucunda dâvâ açmazsa, takipsizlik kararı verirse buna bir mahkemede itiraz edilebilir. Dâvâ açtığı takdirde de, iddianamesinin kanundaki şartları taşıyıp taşımadığı bakımından mahkemece denetlenmesi gerekmektedir. Görüldüğü üzere, hem hakimlerin, hem de savcıların kararlarının denetimi ancak bir başka hakim veya mahkeme tarafından yapılmaktadır. HSYK idarî görev yapan bir kurumdur, hakim ve savcıların kararlarını denetleyemez. Bu açıdan Adalet Bakanı ile HSYK arasında hiçbir fark yoktur.
“HSYK neden Cihaner’in tutuklanması hukuka aykırı idiyse, neden daha önce böyle bir karar vermedi?” sorularının yanında “HSYK neden bu kadar acele karar verdi?” deniyor. Siz nasıl yorumluyorsunuz?
öyle bir kararın verilebilmesi için ortada bir soruşturma olması lâzım. Soruşturma sürerken tedbir mahiyetinden böyle bir kararın verilebileceğini düşünmek mümkündür. Ancak ortada bir soruşturma yokken, re’sen HSYK’nın böyle bir karar vermesi, acele olmanın ötesinde tamamen hukuka aykırıdır. Hatta, HSYK, savcıların kararlarının hukuka aykırı olup olmadığını bile bilmemektedir. Savcıların elindeki dosyanın içeriğini bilmemektedir. Bunları bilmeye, görmeye vakti olmamıştır. Buna rağmen, televizyondaki haberlere bakarak karar verebilmiştir. Bu kararı “acele” kelimesiyle anlatabilmek çok yetersiz kalır.
Eğer yürütülen dâvâda bir eksiklik var ise buna nasıl yargı olarak müdahil olunur?
Savcıların “yargısal” kararlarına ancak bir hakim veya mahkeme müdahil olabilir. Diyelim ki, usûlsüz bir tutuklama var. Gerçi bunlar da bir hakim kararıyla yapılabilmektedir. O zaman ortada bir savcı kararı değil, hakim kararı olur. Nitekim Erzurum savcıları da hakim kararı ile tutuklama yapmışlardır. Eğer hakimler karar vermese tutuklama olmazdı. Bu hakim kararlarına itiraz yolu vardır. Nitekim tutukluların avukatları itiraz etmiştir. Yapılan itirazlar da reddilmiş, savcıların talebiyle verilen tutuklama kararları mahkemeler tarafından yerinde bulunmuştur. Hatta Diyarbakır’a yapılan bir ikinci itiraz da reddilmiş, savcıların yapmış olduğu işlemler hukuka uygun bulunmuştur. Yargı süreci budur. Başka türlü bir müdahale mümkün değildir, kabul edilemez.
HSYK’nın hukuken böyle bir müdahale hakkı mevcut mu?
HSYK’nın kararı dikkatle okunursa, ilk maddesinde, savcıların “CMK’nın 250/3 üncü maddesindeki amir hükmü ihlâl ettikleri tesbit edilmiştir” denilmekte, böylece bir hukuk kuralının uygulanması konusunda görüş belirtilmektedir. Bu tamamen yargısal bir karardır. Bir yargı fonksiyonudur. HSYK, hukuk kuralının nasıl anlaşılması ve uygulanması gerektiğini belirleyemez. Bu görev yargı organlarına, hakimlere, mahkemelere ve nihayet Yargıtay’a verilmiştir. HSYK ise idarî bir görev yapmaktadır. Ancak soruşturma açabilir, savcıların görevlerini yapmalarıyla ilgili bir sorumlulukları varsa kanunda belirtilen disiplin cezalarından birini verir. Soruşturma sürecine bu şekilde doğrudan müdahale etmesi yetki gasbı değil, fonksiyon gasbıdır. Kararı da yok hükmündedir.
Eğer ortada bir tutuklama var ise bunu mahkeme, yani yargıç yapmış ise HSYK’nın hakimi de görevden alması gerekmez mi?
Bu soru çok önemli bir sorudur. HSYK’nın yaptığı işlemin hukukî olmadığını, keyfi olduğunu gösteren bir sorudur. Eğer CMK’nın 250/3 üncü maddesinin amir hükmünü ihlâl etmek bir suçsa, özel yetkinin kaldırılmasını gerektiriyorsa, savcıların işlediği bu “suç”u hakimler de işlemiştir. Hakimler de CMK’nın 250/3' üncü maddesindeki amir hükmü, aynı, görevden alınan savcılar gibi yorumlamışlardır. Savcılara “ceza” verilmesi gerekiyorsa, hakimlere de verilmesi gerekir. HSYK, bu konuda, hakimlere ceza vermekten çekinmiştir. Zira anayasada çok açık bir şekilde, hakimlik teminatı düzenlendiği için, hakimlerle ilgili bir karar verme yoluna gidememiştir; savcılara müdahale nispeten daha kolay görünmektedir. Ama savcılara verilen cezanın, hakimler için de bir ihtar anlamına geldiği, kararın yazılış şeklinden anlaşılmaktadır. Ceza hukuk kurallarının yanlış anlaşılmasından dolayı verilmiştir; “Siz de böyle bir yanlış yapmayın” denilmek istenmiştir hakimlere de…
Yürütülen dâvâyla ilgili bir bilgi olmadan HSYK üyeleri nasıl böyle bir karar alabildi?
HSYK’nın böyle bir karar alabilmesi için önceden bir soruşturma açılması ve savcıların yapmış oldukları işlemler hakkında müfettiş raporlarıyla bilgi sahibi olmaları gerekirdi. Bunlar olmamıştır. Sadece medyadaki haberlerle karar vermiştir, aksini yapmak için zaten vakit yoktur. Nasıl böyle karar vermiştir, denilirse, bunun tek cevabı var. HSYK’nın işlemlerine karşı yargı yolu kapalıdır; ne yaparsa yapsın, bunu yanlış bulacak, iptal edecek, engelleyecek bir organ yoktur. Bunun vermiş olduğu güvenle kararın hukukiliğine aldırmadan hareket edilebilmektedir.
Adalet Bakanlığı’ndan bazı bilgileri istedik, göndermeyince biz de yetkimizi kullandık deniyor. Buradan kamuoyunun anlaması gereken şey nedir?
Bu, hukuken itibar edilmeyecek, bir mazerettir sadece… Bir kere HSYK’nın böyle bir yetkisi yok. HSYK, savcılarla ilgili bu tür kararları alabilir; ama bir kanun uygulamasındaki hatta iddiasına dayanarak böyle bir karar alamaz. Kanunun uygulanmasını denetlemek HSYK’nın işi değil, bu ancak bir yargı organının işi olabilir. Bu kararın mazereti olamaz.
Eğer Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı ilhan x Cihaner’in mesleğiyle ilgili değil de şahsî bir suçtan dolayı tutuklanmışsa HSYK'nın bu kararına ne denebilir?
Böyle bir ihtimali değerlendirmeye gerek yok. Çünkü, göreviyle ilgili de olsa, CMK’nın 251/1. Maddesi Erzurum özel yetkili Cumhuriyet Savcılarına bunu yapma yetkisi tanıyor. Bu sadece benim yorumum değil. Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 5 Haziran 2009 tarihli bir kararında, özel yetkili savcıların hukuken doğru yaptığı kabul edilmiştir. Benzer bir olay, İzmir’de, bir Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı ile ilgili olarak yaşanmış, en azından Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı kadar kıdemli olan bu hakimin soruşturmasını özel yetkili savcılar yapmış, sekiz ay kadar tutuklu kalmış ve Yargıtay’da yargılanmıştır. Burada sorun nerede yargılanacağı sorunu değil, kimin soruşturma yapacağı sorunudur. Yargılamanın yapılacağı mahkeme başka, savcılıktaki soruşturma aşaması başkadır. Yargıtay 5. Ceza Dairesi, yargılama Yargıtayda da olsa, soruşturmayı özel yetkili savcıların yapacağını kabul etmektedir. Burada sorun yok.
Yargıtay’ın ve Danıştay’ın konuyla ilgili açıklamaları nasıl yorumlanabilir? Hem de Yargıtay’a taşınabilecek bir dâvâdan önce böyle bir açıklanıyorsa?
Bunlar hukukta açıkça “ihsas-ı re’y” anlamına gelir. Şimdi bakın, Erzurum’daki savcılar hakkında HSYK suç duyurusunda da bulundu. Diyelim ki, Adalet Bakanlığı müfettişleri soruşturdu, ama Bakanlık yargılanmaları için izin vermedi. O zaman Danıştay’a, yargılama için izin verilmesini talep ederek başvurulacaktır. Ama Danıştay bu konuda görüşünü önceden bildirdi… Şimdi Danıştay’da yapılacak yargılamaya nasıl güveneceğiz? Görüşü baştan bildirmiş Danıştay… Nasıl adil yargılama yapacak? Yine, Erzurum’daki soruşturmalar tamamlanıp, dâvâ açılsa ve Yargıtay’a gelse ne olacak? Yargıtay daha önce yapılanların hukuka aykırı olduğunu bildirdi… Peşinen… Nasıl tarafsız, adil bir yargılama yapacak?
Sizce yürütme ve yargı arasında mı bir çatışma vardır, yoksa yargı kendi içinde mi bir zafiyete girmiştir?
Yargı, hem yasamayı hem de yürütmeyi kontrol altında tutmak, son sözü kendisi söylemek istiyor. Ben buna belki on yıldan fazla bir zamandır “yargıçlar iktidarı” modeli diyorum. Türkiye’nin bunu aşması lâzımdır. Diğer taraftan, yüksek yargı organlarındaki yapılaşma iyice kast halini aldığından, tam bir kısır döngüye dönüştürüldüğü için, yüksek yargı ile kürsü hakimleri ve savcıları arasında çok ciddî boyutlara varan bir yabancılaşma gerçekleşmiştir. Adeta iki ayrı dünyanın hukukçuları gibi olmuşlardır. Sorun birkaç hakim, birkaç savcı ile HSYK veya yüksek yargı arasındaki sorun değildir. Sorun kürsü hakimleri ve savcıları ile yüksek yargı organı hakimleri savcıları arasındaki doku uyuşmazlığına dayanmaktadır temelde.
İki grupta yargı bağımsızlığının ihlâlinden bahsediyor. Bir kesim “hükümetin ilişiği olduğu yerlere artık savcılar dokunamaz noktaya getiriliyor” denirken diğer taraf “Savcılar hukuk dışına çıkmış kimse hakkında dâvâ açamaz hale getiriliyor” iddiasında bulunuyor. Sizce durum nedir?
Hükümetlerin yargı üzerinde etkisi yok denecek kadar azdır. Bunun binlerce örneği mevcuttur. Yakın örnekler bile yeterli… Son olayda hükümet, Adalet Bakanı ve müsteşar farklı görüşte olduğu halde, HSYK dilediği gibi karar verebilmiştir. Ferhat Sarıkaya, Adalet Bakanı ve müsteşar karşı olduğu halde HSYK tarafından ihraç edilebilmiştir. Sacit Kayasu da aynı şekilde… 28 Şubat sürecinde, askerler birifing için hakim ve savcıları çağırdığında, Adalet Bakanı “Gitmeyin” diye genelge yayımlamıştı, ne oldu? Hepsi gitti… Demek ki, Adalet Bakanının değil askerlerin etkisi daha güçlü… Yargı bağımsızlığı için en büyük tehdit askerî bürokrasi ile askerî bürokrasinin etkisine açık hakim ve savcılardır…
Türkiye’de hukuk sizce demokratik meşrûiyet konusunda yetersiz mi? Siz hukuk sistemiyle halk arasında bir kopukluk olduğunu düşünüyor musunuz?
Türkiye’de yargının demokratik meşrûiyeti yoktur. Yetersiz kelimesi yetersiz kalır. Yargı, tamamen kendi içine kapalı, halktan, Türkiye’deki değişimden bağımsız, bir kast şeklinde oluşmaktadır. 1982 Anayasasının düzenlemesi böyledir. Bu millet adına karar veren yargının milletle bir münasebeti kurulmalıdır. Her ülkede bir şekilde bu sağlanmaya çalışılmaktadır. Anglo Sakson sisteminde jüri milleti temsil eder, temel kararı o verir. Kara Avrupası sisteminde de, yasama organlarının ve yürütmenin belirleyici etkisi vardır yargının oluşumunda.
Yargı bağımsızlığını neden hep kendilerini mutlak garantiye almış yüksek yargıçlar tartışıyor? Alt derece mahkemlerinin neden sesi çıkmıyor veya çıkamıyor?
Yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı sağlamak için bir araçtır. Aslolan tarafsızlıktır. Bağımsız olup da tarafsız olmayan bir yargı adil olamaz. Türkiye bunun en güzel örneğidir. Yargı herşeyden bağımsızdır… O kadarki, son on yıldır, anayasadan ve kanunlardan bile bağımsızdır yargı… Ama tarafsız değildir. Bizzat yüksek yargı organları adına açıklama yapanlar taraf olduklarını söylüyorlar. Taraf olunan şey ne olursa olsun, yargı için kabul edilemez. Yargı ancak ve sadece adaletten taraf olabilir.
Yargı bağımsızlığı yargının kendi içindeki hiyerarşik yapıdan olumsuz mânâda etkilenmiyor mu?
Yüksek yargı ve HSYK’nın kürsü hakimleri ve savcıları üzerinde bir “vesayet”inden söz edebiliriz. Bunu ortaya koyan pek çok husus var, bunlardan biri de sizin söylediğiniz husus… Aslında yüksek mahkemelerin kararları yerel mahkemeler için bağlayıcı değilken, puanlama sistemiyle dolaylı olarak, yüksek mahkeme kararları bir anlamda bağlayıcı hale getirilmektedir. Bu değiştirilmelidir.
Yargının ideolojik olarak örgütlenmesi’nin hukuk sistemine yansıması nasıl olmuştur?
Türkiye’de bu sebeple, hukuk düzeni tahrip olmuştur. Adalet dağıtmayan, ideolojiyi öne çıkartan bir mahkeme düzeni nasıl güven sağlayabilir?
Tek başına yargı reformu yeterli olabilir mi?
İdeal olan anayasanın bütünüyle değişmesidir. Ancak, yargı reformu anayasanın tamamen değişmesi kadar önemlidir. Gerçek bir değişiklik yargı reformu olmadan bir anlam taşımaz.
Bu durumu 2. Şemdinli Vak’ası olarak yorumlayanlar oldu. Bunun yanında Şamil Tayyar, hükümet kelle vermiştir dedi. Sizin yaklaşımınız nedir?
Bu olay Şemdinli’den daha vahimdir. Şemdinli’de bir soruşturma açılmıştı. En azından şeklen hukuka uygunluk vardı. Burada o bile yok. Ben de Adalet Bakanlığı müsteşarının toplantıya girmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun sorumluluğu alınmalıydı.
Bu tür tartışmalar ve süreçlerde “Bunlar cemaat hesaplaşmasıdır” yorumlarının hukukî bir değeri olduğunu düşünüyor musunuz?
Bunlar sorunun üzerini örtmek isteyenlerin yaftalamaları… İnsanlar birbirini “tanımlayarak yerler”… İllegal bir örgütü savunmak kolay olmadığı için, örgüte karşı çıkanlara etiket yapıştırmak daha kolay ve kullanışlı bir yol… Diyelim ki cemaat hesaplaşıyor… Bu örgüt nedir? Silâhlar nedir? Darbe planları nedir? Sızan belgeler nedir? Kasetlerdeki konuşmalar nedir? Bu cuntacılık faaliyetlerinin üzerine giden “cemaat” olsa ne olur başkası olsa ne olur…
Bu sürecin Ergenekon Dâvâsıyla bir ilgisi var mıdır?
Elbette… Erzincan’daki olay Ergenekon bağlantısı içinde ele alınmaktaydı. İstanbul’a gönderilmesinin sebebi de bu olmalı…
Yapılmak istenen Erzurum 3. Ordu komutanı Berk’i korumak olduğu iddia ediliyor. Siz bu tür iddiaları nasıl yorumlarsınız?
Ben daha ziyade, Başsavcı ile ilgili bir tavrın öne çıktığını düşünüyorum. Elbette 3. Ordu komutanına ulaşmanın önü de kesilmek istenmiştir… Bu da var, son haberlere göre… Ama eğer Başsavcının tutuklanmasına engel olan bir süreç başlatılmasaydı, bu tür soruşturmalar yüksek yargı organlarındaki hakim ve savcılara kadar uzanabilirdi… Bu sürecin önü kesilmeye çalışılmıştır. Bir özel yetkili savcı bir yüksek yargı üyesini soruşturmaya başlasa ve hakkında tutuklama talep etse ne olurdu? İşte bu olmasın diye harekete geçilmiştir.
28 Şubat’ın yıl dönümü olması hasebiyle ne söylemek istersiniz?
28 Şubat, Türkiye’de darbeler zincirinin son ve başarısız halkasıdır. Darbecilerin gerçek yüzünü gösteren, devlet imkânlarının, bürokrasinin nasıl kişisel menfaatler için kullanıldığını ortaya koyan bir operasyon olmuştur. 28 Şubat tam bir suçüstü halidir. {NOT: Geçtiğimiz hafta yayınladığımız röportajda Adem Palabıyık, Said Nursî’nin görüşlerinin önemine vurgu yapmış ancak ÇÖZÜM SAİD NURSî’DE başlığı tarafımızdan atılmıştır.}
|
H. HÜSEYİN KEMAL 01.03.2010 |