Lahika |
Âyet-i Kerime Meâli
De ki: Allah hakkında bizimle mücadele mi ediyorsunuz? Halbuki O sizin de, bizim de Rabbimizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız size aittir. Biz ancak O'na ihlâs ile yöneliriz.
Bakara Sûresi: 139 |
01.03.2010 |
Tefekkür gafleti izale eder Tefekkür gafleti izale eder. Dikkat, teemmül, evham zulümatını dağıtıyor. Lâkin nefsinde, bâtınında, hususî ahvâlinde tefekkür ettiğin zaman, derinden derine tafsilâtla tetkikat yap. Tİ’lem eyyühe’l-aziz! efekkür gafleti izale eder. Dikkat, teemmül, evham zulümatını dağıtıyor. Lâkin nefsinde, bâtınında, hususî ahvâlinde tefekkür ettiğin zaman, derinden derine tafsilâtla tetkikat yap. Fakat âfakî, haricî, umumî ahvâlâta teemmül ettiğin vakit, sathî, icmâlî düşün, tafsilâta geçme. Çünkü icmalde, fezlekede olan kıymet ve güzellik tafsilâtında yoktur. Hem de âfakî tefekkür, dipsiz denize benziyor, sahili yoktur. İçine dalma, boğulursun. Arkadaş! Nefsî tefekkürde tafsilâtlı, âfâkî tefekkürde ise icmâlî yaparsan, vahdete takarrüb edersin. Aksini yaptığın takdirde, kesret fikrini dağıtır. Evham ise havalandırır, enâniyetin kalınlaşır. Gafletin kuvvet bulur, tabiata kalb eder. İşte dalâlete isâl eden kesret yolu budur. İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsan ne kadar cahil ve gafildir! Ne kadar yolunu şaşırmış, nefsine zarar veriyor! Dokuz vecihle menfaati muhakkak, yalnız bir vecihle zararı mevhum olan büyük bir hayr-ı azîmi terk, dalâleti irtikâp eder. Evet, Sofestaînin bir şüphesi için, binlerce menfaat delilleri olan hidayeti terk ediyor. Halbuki insan çok vehham, ihtiyatlı olduğuna nazaran, dünyevî bir işte onda bir zarar ihtimali varsa içtinab eder. Âhiret işi olursa, onda dokuz zarar ihtimali olduğu halde, içtinab etmez. İşte cehalet bu kadar olur! İ’lem eyyühe’l-aziz! Ruh-u insanî gayr-ı mütenahî ihtiyaçlara giriftar, gayr-ı mütenahi elemlere mahaldir. Gayr-ı mahsur lezzetlere iştahlıdır. Gayr-ı mahdut âmâli beslemektedir. Hattâ, kalbin dalâletiyle beraber ruhtan fışkıran şefkat, gayr-ı mütenahi elemleri tazammun ediyor. Binaenaleyh, “Ben neyim? Ne kıymetim var ki benim için kıyamet kopsun, mizan vaz edilsin, hesap görülsün?” demeye hakkın yoktur. Ey kemâl-i gururla dalâlet kürsüsünde oturan! Hayatına mağrur olma. Zira o hayat, bir mugalâtayla kaimdir. Şöyle ki: O kürsüde oturan dâll, zeval ve fenânın dehşetini düşünüp korktuğu zaman, saadet-i ebediye ihtimaline kaçar, tekâlif-i diniyenin terkinde de âhiretin olmayacağı ihtimaline kaçar. Bu mağlâtayla her iki elemden kurtuluyor. Lâkin, kısa bir zamanda düğüm açılır, hakikat ortaya çıkar. Ne birinci ihtimal elemini izale eder ve ne de ikinci ihtimal yükünü tahfif eder. Ve keza, “Musîbet taammüm ettiğinde elem hafif olur. Ben de emsalim gibiyim” diye yine yük altından kaçar. Fakat, musîbet âmm olduğunda, elemi muzaaf olur, kat kat ziyade olur. Çünkü, kendisi gibi akrabası, ahbâbı da o musîbete dahildir. Çünkü, insanın ruhu, ebnâ-yı cinsiyle alâkadardır. Ne kadar umumî olursa, o kadar da elemi fazla olur. Ey şek cephesinde, gaflet gölgesinde istirahate çe-kilen biçare! Gaflet serinliğinde, şek içinde zevk ettiğin lezzeti lezzet sanma! O zehirli baldır. Az bir zaman sonra Cehennemî bir azaba inkılâp edecektir. Eğer âlâmın lezâize, nârın nura inkılâp etmesi emelinde isen, evkat-ı hamsede rükû ve sücud kancasıyla gururun hortumunu bük, sık, başını kır, imanı doldur. Sonra âyâta tefekkürle tâate devam eyle ki, şek ve gaflet perdeleri yırtılsın. Bu dalâlât acılığından, necatın halâveti tavazzuhla münacat lezzeti ortaya çıksın.
Mesnevî-i Nûriye, s. 124
LÜGATÇE:
izale: Ortadan kaldırma, yok etme. teemmül: Etraflıca düşünmek. evham: Vehimler, kuruntular. zulümat: 1- Karanlıklar. 2- mec. Dinsizlik, zulüm ve küfür. bâtın: İçyüz, görünmeyen taraf. ahvâl: Haller. âfakî: Havaî, gereksiz, lüzumsuz ve değersiz, dereden tepeden. ahvâlât: Ahvaller, haller. icmâlî: Kısaca, topluca, tafsilsiz. fezleke: Hülasa, netîce, özet. vahdet: Birlik. takarrüb: Yaklaşmak. kesret: Çokluk. enâniyet: Benlik, kibir. kalb: Dönüşme, değişme. dalâlet: Hak yoldan sapma. isâl: Ulaştırma, vardırma. hayr-ı azîm: Büyük hayır. irtikâb: Kötü iş yapma. Sofestaî: Allah’ı kabul etmemek için kâinatı ve kendi varlığını da inkâr eden. vehham: Vehimli, kuruntulu. içtinab: Kaçınma. gayr-ı mütenahî: Nihayeti olmayan, sonsuz. gayr-ı mahsur: Sayısız, sınırsız. |
01.03.2010 |
Varlık tâcı
Eski “Keloğlan Hikâyeleri” kültürümüzün en ehemmiyetli klâsiklerinden biridir. Hikâyelerde kalbe ve gönle hitap eden bir candanlık, bir sadelik öne çıkar. Tabiî ki bu hikâyelerin değişik açılardan tahlili ayrı bir mevzu. Yazımızın başlığından da hissedilebileceği gibi, hikâyenin bizim yazımızda kullanacağımız ayrıntısı, söylentiye göre sıradan bir Keloğlan’ken, ülkenin ölen kralının yerine bir türlü kral bulunamaması üzerine, ülke halkının tamamının büyükçe bir meydanda toplanıp, talih kuşunun, bir diğer ifadeyle Devlet Kuşu’nun başına konacağı kimsenin kral seçilmesi fikrinin tahakkuku esnasında, üç kere uçurulan kuşun, her defasında Keloğlan’ın başına konması sonucu kral seçilmesi hikâyesidir. İnsanlar arasında yüksek bir değer ifadesi olan taç, başa konmakla birlikte, aynı zamanda bir güç ve ayrıcalığın da işaretidir. Şahs-ı mânevî olarak kendi maddî değerinin çok çok üstünde bir değer ve gücün ifadesidir. Bizim bu satırlarda dikkate arz etmek istediğimiz husus ise, birçok insan bunun farkında olmasa da, zengin olsun fakir olsun, güzel olsun çirkin olsun, zayıf olsun güçlü olsun, herkesin başına yaratılıştan ve kaderden konulan, bütün yaratılış mertebelerinin üstündeki insan olarak yaratılma keyfiyetidir. Rabbimiz yüce hitabı Kur’ân’da “Muhakkak biz insanı en güzel bir surette ve kâinata güzel bir takvim olarak yarattık” diyerek, varlık âlemini insanla taçlandırdığını ifade etmiştir. Eserlerinde yaratılış mertebeleri ve insanın taşıdığı mânâ konusuna orijinal yorumlar getiren Bediüzzaman, Mektubat isimli Kur’ân tefsirinin 24. Mektub 1. Makamı’nda, insanın sahip bulunduğu en yüksek yaratılış mertebesinde bulunması haysiyetiyle hakkının ve vazifesinin, yalnız şükür olduğunu ifade ederek şöyle demiştir: “Verilen bütün vücut mertebeleri vukuattır; birer illet isterler. Fakat verilmeyen mertebeler imkânattır. İmkânat ise ademdir, hem nihayetsizdir. Ademler ise illet istemezler. Nihayetsize illet olamaz.” Bediüzzaman, bu sözleriyle insanın yaratılış itibariyle başındaki varlık tâcının kıymetini bilmesini, hiçbir halde şikâyete hakkının bulunmadığını söyler. Aynı bahsin devamında ise, “Ey insan-ı müştekî! Sen madum kalmadın, vücut nimetini giydin; hayatı tattın, camit kalmadın, hayvan olmadın. İslâmiyet nimetini buldun; dalâlette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün ve hakeza…” diyerek Yaratan tarafından kendisine tevdî edilen emanet-i kübranın sonucu olan “Arzın Halifesi” mânâsındaki değerini vurgular. İnsana verilen bu değer ve taçlandırmanın en ehemmiyetli sebebi ise şüphesiz ki Esmâ-i İlâhiye’ye en geniş mânâda ayinedarlık etmesidir. Mevcudat içinde diğer varlıkların belli sayıda Esmâya ayinedarlık etmesine karşılık, insan “İsm-i Azam” mertebesindeki Esma ile birlikte daha birçok Esma’ya, hatta bir cihette bütün Esma’ya ayinedarlık eder. Tabiî ki bu ayinedarlık, nefsin terbiyesi oranında ve her isimde Esma’nın Sahibinin rızasına olan inkıyad derecesine göre parlar veya söner. O halde yaratılıştan bize verilen en büyük rütbe olan, insan olarak yaratılmamızın kadr-ü kıymetini, O’na hakkıyla kul olarak, bilmeli ve bu nimeti İnşaallah Cennet ve Saadet-i Ebediye ile ebediyen taçlandırmalıyız. Bu sözlerden ilham alarak yazdığım “Varlık Tâcı” isimli şiirimi arz etmek istiyorum. Bir başka Muhavere’de buluşmak üzere, Allah’a emanet olun.
VARLIK TÂCI
Nedir bu gaflet, nedir bu yersizce telâş Bak yaşıyorsun herşeyden çok şanslı Kimi dersin tatlı kimine acı Şükretsene, giymişsin varlık tâcı
Arı bal yapar zehre tat katar Hardal kadar hafıza dünyayı yutar Küçücük çekirdek dağları tartar Fikretsene, giymişsin varlık tâcı
Açılmış gözün, bak söylüyor sözün Şuursuz bir damla elbette özün Öyleyse çok fazla bu yersiz hüzün Düşünsene, giymişsin varlık tâcı
Kendine çok merak, herşeye merak Seni terk edecek olanı bırak Dünya fanidir, hem kabir son durak Merak etsene, giydin varlık tacı
Taş çakıl olmadın toprak olmadın Sinek- böcek belki inek olmadın Ahsen-i takvimde bir insan oldun Anlasana, giymişsin varlık tâcı
Zerre güzel, kürre güzel, söz güzel Varlık âleminde herşey çok güzel Güzel bak güzel gör, hem güzel düşün Baksana, giymişsin varlık tacı
Şahin’im yolcusun değilsin hancı Nedendir bu korku bu yersiz sancı Bu mariz asrınsa Nurlar ilâcı Okusana, giymişsin varlık tacı
ABDULLAH ŞAHİN |
01.03.2010 |