Cevher İLHAN |
|
Oldukça enteresan… |
Ankara’nın puslu havasında olup bitenler, Türkiye’nin demokratikleşme barometresini gösteriyor. Olayların perde arkasında satır aralarında önemli anlamlar okunuyor. Yazar Ahmet Taşgetiren’in, “bir yerlerle ilişkili” dediği ve Özal’dan Erdoğan’a çeşitli hükûmetlerdeki değişmeyen işlevini, “devlet dilini anlayan, içinde bulunduğu siyasî yapının projelerini devlet diline çeviren biri” olarak nitelendirdiği Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in bu süreçte söyledikleri oldukça ilginç… Daha önce Genelkurmay karargâhına gidişini, “parola” meselesine bağlayan Çiçek’in, “darbe söylemlerinin pompalandığı günlerde devreye girmek”ten bahsetmesi ve “Karargâha da sıkıntıyı yerinde görmek için gittim” demesi, enteresan. (Metehan Demir, Hürriyet, 26.2.2010)
“DARBE SÖYLENTİLERİ”YLE BOŞALAN BAŞBAKANLIK… Doğrusu, “Türkiye’de bir süreden beri askerlerin istifa edeceği, darbe yapacağı ya da sisteme bir müdahâlede bulunacağı yönünde bir hava var” cümlesinin ardından AKP hükûmeti içinde “darbe söylentileri”yle başlarına gelenlere dair açıklamaları, dikkat çekici. “Darbe”yi yakın Türk siyasî hayatında en çok prim yapan kelime olduğunu belirten Çiçek, “Bu ülkede ‘darbe’ adı geçince bile karakter deformasyonuna uğrayanlar olur” diyor ve “27 Nisan (2007) bildirisinde bile korkudan yorganı çekerek, bizimle irtibatı kesip ‘Sabah olsun hayrolsun’ diyen dostlarımızı biliyoruz” diye konuşuyor. Özal’ın Cumhurbaşkanlığında Birinci Körfez Savaşı esnasında Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay’ın (3 Aralık 1990’da) istifasının “darbenin ayak sesleri” ve “darbe spekülasyonları” üzerine Devlet Bakanı olarak bulunduğu Başbakanlığın koridorlarının boşaldığını, hatta özel kalemiyle çaycısının bile kendisini terk edip kaçıştığını misalleriyle anlatıyor. Çiçek’in “içler açısı hal”e şahitlik ettiği hâdiseler, 28 Şubat’ın yıl dönümüne ve darbe teşebbüslerinin soruşturulmasına denk gelmesi de enteresan ve ibret verici…
“BİZİMLE BİRLİKTE MEZARA GİDER” TEKRARI… Keza İçişleri Bakanı Atalay’ın (17 Ekim 2009’da) Atatürk Orman Çiftliği’nde DTP Genel Başkanı Türk’e ve parti yetkililerine, sınırda seyyar mahkeme kurulması ve Habur’a gelen teröristlerin serbest bırakılması için “hâkimlerin ayarlanacağı” ve “özel yargılama düzeni” sağlamak amacıyla “terör örgütüyle gizli müzâkere edildiği” iddiaları üzerine, BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın Meclis kürsüsünde dile getirdikleri de bir başka enteresan… Ancak PKK terör örgütünü “kınamamaları” hakkındaki tepkilere, “Biz en zor koşullarda yargılanırken bile çocuklarımıza sahip çıktık, asla onları rencide etmedik” demesi, “her fırsatta terör örgütünün siyasî temsilcisi” intibâını veren, “açılım”da terörist başının “muhatap alınmasını” isteyen ve çözüm için “yol haritası”nı gösteren “siyasî zihniyet”in enteresanlığını açığa çıkarıyor. Diğer yandan Sakık’ın, “Bu ülkenin barışı için birçok şey bizimle mezara gider” cümlesi, 27 Nisan e-muhtırasını kaleme alan dönemin Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’la Dolmabahçe’deki ofisinde saatlerce başbaşa görüşen Erdoğan’ın “O açıklamadıkça ben açıklamam, benimle birlikte mezara gider” sözünü hatırlatması, bir başka enteresan benzerliği tedâî ettiriyor. Ki bu durum, “mezara kadar açıklanmayacak” sırlara dair istifhamları garip ve enteresan bir biçimde arttırıyor…
“AĞZIMIZDAN ÇIKANI KULAKLARIMIZ DUYSUN!” Bu arada, “Şimdi fişleme sırası bizde” diyen ve AKP karşıtları için “kanıbozuklar” tâbirini kullanan milletvekillerini, “Ağzımızdan çıkanı kulaklarımız duysun!” diye ikaz eden Erdoğan’ın, “üçlü zirve” hakkındaki yorumlara öfkelenip, “Ben de o gazetelerin patronlarına sesleniyorum: ‘Ne yapayım, köşe yazarı, hâkim olamıyorum’ diyemezsin; köşende yazı yazanın maaşını sen veriyorsun” diye yüklenmesi de enteresan… İşin en enteresan yanı Başbakan’ın, “millet egemenliğinin güç kazanması ve vicdanların rahatlaması”, “hukukun ve adaletin yansıması”, “geçmişin karanlıklarına, geri kalmışlıklarına, çarpık anlayışlara geri dönülemeyeceği” iddialarının peşinden bu yakınmada bulunması. Daha da enteresanı,“demokrasiyi zâfiyete uğratanlar”dan, “hukuku keyfî müdahalelere açık hale getirenler”den, “Türkiye’nin uluslar arası itibarını zedeleyenlere alkış tutanların vebâl ve sorumsuzluğu”ndan söz ederken, “O insanlara da o kalemleri teslim edenler, der ki ‘Kusura bakma kardeşim bizim dükkânda sana yer yok” örtülü tehdidinde bulunması. Bu tezad cümleleri yanyana sarfetmesi… Ve bir diğer enteresanlık, Arınç’ın, Erdoğan’ın “medya patronları ve köşe yazarlarına ilişkin ifâdeleri”ni te’vili. Erdoğan’ın sözlerini, “köşe yazarlarına, basın özgürlüğüne karşı’ bir görüş olarak yorumlamışlar’’ diye konuşması. “Ben kendisi ile de görüştüm. Sanıyorum bu sözlerini şunun için sarf etti” diye başlayıp, “Bir kısım gazetelerimiz, bir kısım köşe yazarlarımız gerginlik ve kriz üzerine yazınca ekonomi bundan olumsuz etkileniyor. Yoksa böyle bir şeye kesinlikle ihtimal vermiyorum” diye düzeltmesi… Oldukça enteresan…
01.03.2010 E-Posta: [email protected] |