Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Gül ve gizli anayasa |
Millî Eğitim eski Bakanlarından Vehbi Dinçerler’in Millî Güvenlik Siyaset Belgesiyle ilgili olarak anlattığı, “MGK Genel Sekreterliği bir albayla gönderdi ve hemen okuyup iade etmemi istedi” bilgisini, “Okutup geri almalar olmuştur” diyen Cumhurbaşkanı Gül de doğruladı (Murat Yetkin, Radikal, 8.2.10). Nuri Elibol’un aktarımı daha net ve ayrıntılı: “Bazı dönemler anayasa gibi gösterildi. Anayasanın üzerinde görenler de oldu. Geçmişte Bakanlara bu belgeyi ‘Okuyun, ezberleyin, geri verin’ denildiği zamanlar olmuş.” (Türkiye, 8.2.10) Gül, bugünkü tartışmaları o eski dönemlere ait olanlarla irtibatlandırıyor. O zamandan bugüne belgenin birkaç defa değiştiğini ifade ediyor. Kendisinin ilk olarak Dışişleri Bakanı iken belgeyi hem okuduğunu, hem de—bunların değişmesi gerektiğini bilerek—yazdığını anlatıyor. Ve belgenin gizliğini “dış konular”a bağlayarak, bir gün bölge istikrar kazandığında gizliliğin kalkıp belgenin herkese açılabileceğini söylüyor. Bugünkü durumu ise şöyle değerlendiriyor: “On sene önceki demokratik standartlarımızla bugünkü aynı mı? Bu belge kanun da değil, anayasa da. Demokratik hukuk devletinde böyle olması mümkün değil. Yenilenirken, bugünkü realiteyi dikkate alarak yazılacağına inanıyorum.” Belgenin rehber olarak nitelenmesine dair soruya Gül’ün verdiği “Evet” cevabı da not edilmeli. Bütün bu beyanlardan çıkan netice, demokrasimizdeki gelişmeye paralel olarak bu belgeye bakışın da değiştiği. Bu değişimin, yapılacak yenilemeye aksedip etmeyeceği ise henüz belirsiz. Belgedeki güncellemenin gündeme gelmesinden sonra medyada yer alan bazı rivayetlere göre, 28 Şubat’ta bir numaralı iç tehdit olarak gösterilen irtica metinden çıkarılıp, yerine El Kaide ve Hizbullah gibi örgüt isimleri konulacakmış. Tabiî, bu iddiaların şu aşamada temennî veya zihin jimnastiği olmaktan öte bir geçerliliği yok. Peki, farz edelim ki, irtica metinden çıkarılacak olsun. Sorun çözülmüş olur mu? İç tehdit yaklaşımını “bölücülük ve aşırı sol” üzerinden devam ettirip, o kapsama dahil edilen alanlarda mağduriyetler üretmeyi sürdüren anlayış geçerliliğini koruduğu sürece, problem aşılmış olmaz. Elbette ki devlet, kendisini hedef alan illegal örgüt ve oluşumlara karşı gerekli tedbirleri almalı. Ama bunlar demokrasi ve hukuk ölçüleri içinde belirlenip öyle uygulanmalı. Güvenlik politikaları vehim ve saplantılara değil, gerçekliği tartışma götürmeyen tesbitlere dayandırılmalı. Ve illegal yapılarla mücadelede de hukuk ve adalet prensiplerine hassasiyetle riayet edilmeli. Bu bağlamda, kendi halkını düşman olarak gören anlayış kesinlikle terk, bertaraf ve tasfiye edilip, güvenli bir ortamın, ancak halkı adalet ve şefkatle kucaklayıp devlet-millet kaynaşmasını sağlayacak samimî politika ve uygulamalarla tesis edilebileceği gerçeği mutlaka nazara alınmalı. Bunlar dış tehdit yorumları için de geçerli. “Dört tarafı düşmanlarla çevrilmiş bir ülkeyiz, Türkün Türkten başka dostu yok” yaklaşımıyla hazırlanmış belgelerin, “Komşularla sıfır sorun” esasına göre belirlenen politikaların öne çıktığı günümüzde hâlâ geçerli olması düşünülebilir mi? Rusya ile dahi vizeleri kaldırmanın konuşulduğu bir ortamda, Soğuk Savaş dönemi şartlarında ve o dönemlerin zihniyetiyle yapılmış dış tehdit değerlendirmeleri ile devam edilebilir mi? Keza, yekdiğerine tehdit gözüyle bakıp, bu gerekçeyle karşılıklı silâhlanma yarışını devam ettiren ve askerî uçaklarının Ege semalarındaki “it dalaşı” sürtüşmelerine dünyanın parasını harcayan Türkiye ve Yunanistan AB üyeliği ortak paydasında buluştuklarında eski konseptlerin tümü iptal edilip çöp sepetine atılmayacak mı? Velhasıl, Millî Güvenlik Siyaset Belgelerindeki iç-dış tehdit değerlendirmelerine dayanak gösterilen temellerin çöktüğü bir süreci yaşıyoruz. Dileğimiz, bunun gereklerinin, daha fazla vakit kaybetmeden yerine getirilip hayata geçirilmesi. 12.02.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (11.02.2010) - Hükümet ve gizli anayasa (10.02.2010) - EMASYA ve katsayı (05.02.2010) - Davul ve tokmak (04.02.2010) - Cevaplara sorular (03.02.2010) - EMASYA ve ötesi |