Şaban DÖĞEN |
|
Kâinat yaratılmadan önce |
Bugün ilim kâinatın 15-20 milyar sene önce dev bir atomdan, bin-bang (büyük patlama) ile yaratıldığını söylüyor. Herşey ince bir plan ve programla yürütülmüş. Peki, bu atomun nuru ve ruhu neydi? Daha açıkçası ağacın çekirdeği gibi kâinatın çekirdeği, ona esas olan hakikat neydi? Sahabenin ilgi ve merak sahası içerisine girmişti bu soru da. Nitekim birgün Abdullah bin Câbir (ra) sormuştu: “Ya Resûlallah! Bana Allah’ın her şeyden önce yarattığı şey nedir, söyler misiniz?” diye. Kâinatın Efendisi (asm) buyurmuşlardı ki: “Her şeyden evvel senin Peygamberinin nurunu, Kendi nurundan yarattı. Nur, Allah’ın kudreti ile istediği şekilde gezerdi. O zaman ne Levh-i Mahfuz, ne kalem, ne Cennet, ne Cehennem, ne melek, ne semâ, ne arz, ne güneş, ne ay, ne insan ve ne de cin vardı.”1 Evet, kâinata da çekirdek, temel, nur ve ruh olmuştu Efendimizin (asm) nuru. Âdem babamız yaratılıp Arş-ı Âlâ’ya başını kaldırıp baktığında nurla yazılmış “Ahmed” ismini görmüş ve “Ya Rabbi bu nur nedir?” diye sormuş, Cenâb-ı Hak da, “Bu senin zürriyetinden bir peygamberin nûrudur ki, onun ismi göklerde Ahmed ve yerlerde Muhammed’dir. Eğer, o olmasaydı, seni yaratmazdım!” 2 buyurmuştu. İster istemez meşhur şu kudsî hadis hatırımıza geliyor: “Sen olmasaydın yerleri, gökleri yaratmazdım.” 3 Bu nur kâinat yaratıldığında da Hz. Âdem’in dikkatini çekecek şekilde gökleri bütün haşmetiyle aydınlatmış, sonra Hz. Âdem’in (as) alnında parlamış, sonra da silsile hâlinde peygamberlerden peygamberlere intikal ederek Hz. İbrahim’e (as), ondan da oğlu Hz. İsmail’e (as) geçmiş, oğulları yoluyla da Peygamberimizin (asm) babası Abdullah’a ve nihayet Efendimize (asm) kadar gelmişti. Mesnevî-i Nuriye’de dikkat çekildiği gibi bu nur kâinat kitabını yazan kalemin mürekkebiydi. Büyük bir âlem olan kâinat ağacının hem çekirdeği, hem meyvesiydi. Eğer dünya cisimleşmiş bir canlı farz edildiğinde o nur onun ruhu, büyük bir insan tasavvur edildiğinde aklıydı. Pek güzel şaşaalı bir cennet bahçesi tahayyül edildiğinde nur-u Muhammedî onun bülbülü olurdu. Pek büyük bir saray farz edildiğinde ise nur-u Muhammedî o yüksek sarayın bakan ve teşrifatçısıydı. O sarayda bulunan bütün antika san’atları, harikaları ve mu'cizeleri târif etmekte, o saray sâhibine, Sân'atkârına imana dâvet etmekteydi.4 İşte böylesine büyük bir Resûlümüz (asm) var.
Dipnotlar: 1- Kastalanî, Mevâhibü’l-Ledünniye,, I, 7. 2- A.g.e, 1:6. 3- Keşfü’l-Hafa, 2:164. 4- Mesnevî-i Nuriye, s. 99. 12.10.2009 E-Posta: [email protected] |