Cevher İLHAN |
|
Bir mukayese ve bir soru… |
Başbakan Erdoğan’ın on üç ismin arkasından “Said Nursî” ismini saydıktan sonra kamuoyunda ve medyada başlayan tartışma ve değerlendirmelerin yekûnuna yakını müsbet… Ancak Başbakan’ın bu gecikmeli, lâkin olumlu “Said Nursî” anması, bazı mahfillerin hâlâ meseleyi siyasî kompleksle izâhlarını da ortaya çıkarmakta. Önyargılı ve tamamen politik çarpıtma olduğunu ele vermekte. Uzun süre Türkiye’nin bürokratik devlet hayatında bulunan, 12 Eylül darbesinin ardından yedi yıl dört duvar arasına kapatılan Demirel’in darbelere ve ara rejimlere karşı verdiği demokratik mücadeleyi yakından tâkip eden ve bilhassa Said Nursî’yi defalarca açık veya kapalı zeminlerde daha muhtevalı bir uslûpla dile getirdiğini yakından bilenlerin, son demde yazdıkları bunlardan biri. Başbakan’ın partisinin kongresinde “Said Nursî” ismini söylemesini, “şimdiye kadar hiçbir devlet büyüğünün bahsetmediği” ve “kimsenin ağzına almaya cesaret edemediği” diye yazılması bunun bir misâli. (H.Celâl Güzel, Radikal, 6.6.2009) Erdoğan’ın“Said Nursî”yi ismen anması, elbette takdire değer. Ne var ki, bu “takdir”i ifâde edenlerin, Demirel’in en zor zamanlarda daha muhtevalı “Said Nursî” atıf ve takdirlerini görmezden gelmelerinin anlaşılır yanı yok…
NEDEN GERÇEKLER KETMEDİLİYOR? Erdoğan’ın “Said Nursî” atfında ilk olmadığı belgelerde. “Seversiniz, sevmezsiniz, beğenirsiniz-beğenmezsiz, görüşlerini kabul edersiniz-etmezsiniz” girişinden sonra yaptığı “Said Nursî” atfını övüp, Demirel’in doğrudan Bediüzzaman’ın fikirlerini ve eserlerini nazara veren, Kur’ân tefsiri Risâle-i Nur Külliyatını takdir eden sözlerinin takdir edilmeyip siyasî iktidara yakınlık ve destek sâikiyle gerçeklerin ketmedilmesi, “politik bakış”ın ne denli iflâh olmaz bir illet olduğunu ortaya çıkarıyor. Basının, konjonktürün ve etkili mihrakların tamamen karşı olduğu, “Demirel, Said Nursî’nin halifesi mi?” diye saldıran İnönü gibi amansız bir muhalifin bulunduğu, Bediüzzaman’ın isminin zikredilmesinin “suç” sayıldığı en sıkıntılı süreçlerde Nur Risâlelerini matbaada bastıran ve diyaloglarda-selâmlaşmada bulunan Başvekil merhum Menderes’ten sonra, gerek Başbakan ve gerekse yasaklı bir muhalefet lideri olarak her zaman ve zeminde büyük bir dirâyetle Bediüzzaman ve Nur Talebeleri hakkında müsbet beyânlarda bulunan, gelen “tepkiler”i büyük bir cesâretle karşılayan Demirel’i atlamak, anlaşılan bu illetten ileri geliyor… Bediüzzaman Mevlidine gönderdiği telgrafında, “Büyük âlim ve büyük müfessir; Hakkın savunucusu ve iyiliğin yol göstericisi” demesini, “Sayın Demirel’in Said Nursî’ye olan hayranlığı, kendisinin özellikle Nurcu kesimin yayın organlarına verdiği demeçlerde bol bol ifâde edilmiştir” gerçeğini açıklayan yazar Oktay Ekşi’nin, geçmişte Bediüzzaman hakkındaki bir dizi yanlış yorumdan sonra bugün yazdıkları bu açıdan ibret-i âlem… Evvela, “Demirel Nurcu mu?” başlıklı yazısında, “İşin tuhafı, Sayın Demirel’in laik Cumhuriyete bakış şekli ile Saidi Nursi’ninkiler arasında çok büyük benzerlik olduğunu bizzat ifâde eden de Sayın Demirel’dir” diyen Ekşi’nin dokuz yıl önce “Demirel diyor ki, ‘Bediüzzaman Hazretlerinin Divân-ı Harb-i Örfî kitabında çok güzel bir sözü var. Orada der ki; ‘Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yolunda gitse Halifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa Peygambere tâbi olmayıp, zulüm edenler, padişah da olsalar haydutturlar.’ Devlet hadisesini bunun kadar güzel izâh eden çok az şey vardır” cümlesini aktaran Ekşi’nin peşinden “Doğrusunu söylemek gerekirse, Sayın Demirel’i bunun kadar açık şekilde gösteren şey de çok azdır” eleştirisine bakın. (Hürriyet, 2.11.1990)
“TÜRKİYE’Yİ TAMAMLAYAN DEĞER…” Ve bugün “aynı” Ekşi’nin, “Erdoğan’ın Türkiye’si” başlıklı yazısında, “Başbakan’ın konuşmasının en çarpıcı yanı bize kalırsa başta ‘Kürt’ kökenli insanlarımız olmak üzere herkese ‘hoşgörü’ ve ‘kadirşinaslık’ dersi veren sözleridir. Nitekim, Ahmet Yesevi’yi, Hacı Bektaş’ı, Pir Sultan’ı, Hacı Bayram Veli’yi Yunus Emre’yi, Mevlânâ’yı, Sabahat Akkiraz’ı, Tatyos Efendi’yi, Cem Karaca’yı, Ahmet Kaya’yı, Mehmet Âkif’i, Nâzım Hikmet’i ve Said-i Nursi’yi sayıp, onlarsız bir Türkiye’nin ‘eksik’ kalacağını söylüyor. En güzeli de o konuşmada ‘Bu topraklarda hoş görülmeyen yegâne şey, hoşgörüsüzlüktür. Tahammül edilmeyen yegâne şey, tahammülsüzlüktür’ diyor” diye Erdoğan’a övgüler yağdırmasını düşünün. (Hürriyet, 4.10.2009) Yine “aynı” Ekşi’nin, ntv’de (6 Kasım’da) yayınlanan “Basın odası” programında Erdoğan için, “Said Nursi’yi oraya koymuş olması, Said Nursi’nin hem Millî Mücadele sırasındaki pozitif rolü, hem daha sonra inkılâplar Türkiye’sinde o döneme bakışı, negatif tavrı ve beyânları... Bunlar aklımdan geçince diyorum ki, siyasetçidir söyler. O, onu malzeme gibi görür, burada onu da malzeme gibi görmüş olur veya ayrıca bir takım insanlara başka bir mesaj da veriyor olabilir. Bana biraz özel bir maksatla oraya konmuş bir isim gibi geldi. (…) Said Nursi’ye de ben kendi tepkimi ifade ettim, ama benim çocuğum ya da torunum döneminde o Türkiye’de Said Nursi’nin adını sevenlerinin ona verdiği önemle, onunla mütenasip şekilde Türkiye’yi tamamlayan değer olarak ifade edilirse fevkalâde doğru olur” cümlelerindeki ifâdeleri okuyun… Bediüzzaman Mevlidine telgraf gönderdi diye “laiklik” ekseninde “Demirel Nurcu mu?” diye ateş püsküren Ekşi’nin, Erdoğan’ın Said Nursî ismini telâffuzunu, “Türkiye’yi tamamlayan fevkalâde doğru bir ifâde” bulması, iki dönemin açık bir mukayesesi oluyor. Bir de şu var; Erdoğan için “siyasetçidir söyler” diyen Ekşi, neden Demirel için aynı şeyi söylemiyor? Bu sorunun cevabının da araştırılması gerekir… 12.10.2009 E-Posta: [email protected] |