“Ben, bütün ömrümde, bu derece, bir vefattan bu kadar müteessir olup ağlamamıştım.”
Bu ifadeleri, Üstad Bediüzzaman Hazretleri, ehli kalp, gayet yüksek bir ehl-i ilim ve hakikat, müdakkik, Risâle-i Nur’un yüksek hakikatlerini ve güzelliklerini cesaretle herkese ilân eden, Denizli şâhidi ve şehidi Hasan Feyzi için kullanıyor.
Melâmi Tarikatının şeyhi Hacı Hasan Feyzi Efendi, asrın vekili, müceddidi dünyaya geldiği gün halifesine ahirzamanın görevlisi büyük müceddidi müjdeliyor. Ona tâbi olmasını öğütlüyor. Fakat bu müjdeye halifesinin yine aynı isimli halifesi Hasan Feyzi nâil oluyordu. O, şehirlerine gelen Bediüzzaman’ın müjdelenen bu son müceddid olduğunu anladığında müridlerini topluyor, onlara “Zamanın müceddidi buraya geldi. Ben ona tabi oluyorum. İsterseniz kendinize bir şeyh bulun. Arkamdan gelmek isteyenler Bediüzzaman’a tabi olsunlar” dediğinde istisnasız hepsi peşine takılıyordu. Son müceddid, dünya ve ahiret saadetinin temel taşı olan imana tahşidat yapıyordu. İman insanı insan eder, üstelik onu sultan ederdi! İnsan ancak kötülükten imanla, imanın kuvveti derecesinde uzaklaşabilirdi! Hasan Feyzi ve müritleri de artık hem kendi, hem de başkalarının imanlarının kurtulması için kolları sıvamışlardı.
Hasan Feyzi, Kur’ân’ın bu asra ve gelecek asırlara bakan kuvvetli, hakikî ve tesirli bir tefsiri olan Risâle-i Nur’a bütün gönlüyle teslim olmuştu. Onun hak ve hakikatin lisanı ve Hakkın ilhamıyla yazıldığına inanıyordu. Onun çok feyizli bir kitap ve Kur’ân’ın malı olduğuna kanaat ediyordu. Mahkemelere bir mücrim ve maznun sıfatıyla değil bir muallim, bir mürebbî ve mürşid olarak çıktığını belirtiyordu.
Üstad Hazretleri Risâle-i Nur’a hizmetleri sebebiyle onu ve onun gibi Denizli kahramanlarını övüyor, onların bir iki sene zarfında yirmi sene kadar hizmet ettiklerini belirtiyor, “Biz Risâle-i Nur şakirtleri ebede kadar onların bu hizmetlerini unutmayız ve Denizli, nazarımızda ikinci bir Isparta hükmüne geçtiği gibi, hapishanesini dahi bir medrese-i Nuriye mânâsında biliyoruz”1 diyordu.
Bu Denizli kahramanı Hasan Feyzi, 1946’da zehirlenip Hakkın rahmetine kavuşacaktı. Bediüzzaman Hazretleri bunun bir tesadüf olmadığını belirtiyor,2 onun Üstadına bedel şehid olduğunu şu cümlelerle dile getiriyordu:
“...Hasan Feyzi kardeşimiz, aynen şehid merhum Hafız Ali misüllü, bir mektubunda dediği gibi ‘Dahi nezrim bu ki, canım sana kurban olacak!’ dediğini tasdiken Üstadına bedel şehid olup, şehid kardeşi büyük Hafız Ali’nin yanına gitmiş.”3
İşte bu iman ve Kur’ân hizmeti böylesine kahramanlarla bugünlere geldi.
Dipnotlar:
1- Emirdağ Lâhikası, s. 53-55
2- A.g.e., s. 111
3- Konferans Risâlesi’nden
19.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|