Bediüzzaman, Müslümanların oluşturduğu büyük cemaatin içinde, daire daire halkalanan cemaatleri de sosyal hayatın tabiî bir sonucu kabul eder. Ve, “Birleşik kaplar gibi birbirinden istifadeleri, birliktelikleri”nin, esasta/temel meselelerde, maksatta, hedefte olduğunu söyler. Yoksa, metodda, üslupta ve meşnepte değil. Takip edelim:
“Maksadımız, ‘dinî cemaatler’ maksatta ittihad etmelidirler. Mesâlikte ve meşreplerde ittihad mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir. Zira taklit yolunu açar ve ‘Neme lâzım, başkası düşünsün’ sözünü de söylettirir… Binaenaleyh, mânen asıl hakikat, ittihada intisap ile beraber sûreten onun nümunesi olan bu uhrevî ve sırf dinî cemaate intisap ile teşerrüf edecek. Yoksa şeref vermeyecektir. Bir katre, bahr-ı ummanı tezyid edemez.”1
Bediüzzaman, “İslâm cemaati!” derken, genel olarak tüm Müslümanları kast ederken, “dinî cemaatlar” tâbiriyle de alt dairelerdeki cemaatleri kast etmektedir. Şu ifadeleri de cemaatlerin daire daire olabileceği görüşünde olduğunu gösterir:
“* Kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adâveti ve başkalarının tenkîsi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin, onlarla meşgul olmasın.
* Belki, daire-i İslâmiyet içinde, hangi meşrepte olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak ederek,
* Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise, "Mesleğim haktır," yahut "daha güzeldir" diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden "Hak yalnız benim mesleğimdir" veyahut "Güzel benim meşrebimdir" diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek,
* Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlâhînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmekle,
* Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesanüd sebebiyle, cemaat sûretindeki kuvvetli bir şahs-ı mânevînin dehâsıyla hücumu zamanında, o şahs-ı mânevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlûp düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı mânevî çıkarıp, o müthiş şahs-ı mânevî-i dalâlete karşı hakkaniyeti muhafaza ettirmek…”2
Fertler, bireyler, dahi de olsalar, cemaat karşısında güçleri hiçtir. (Bu, haklarının selbolacağı anlamında değildir…)
Risâle-i Nur’da, onlarca yerde geçen, “Demek, Nurcularda hakîki, hâlis, sırf rıza-yı İlâhî için ve müsbet ve uhrevî fedâiler var ki, mason ve komünist ve ifsad ve zındıka ve ilhad ve taşnak gibi dehşetli komiteler o Nurculara çare bulamayıp hükümeti, adliyeyi aldatarak, lastikli kanunlar ile onları kırmak ve dağıtmak istiyorlar. İnşâallah bir halt edemezler. Belki Nur’un ve îmânın fedâilerini çoğaltmaya sebebiyet verecekler”3 ifadeleri de, Nur cemaatinin, dinî cemaatler içinde bir daire olduğunun belgeleridir. Keza, “Evet, biz bir cemaatiz”4 sözü de aynı anlamı güçlendirir.
Dipnotlar: 1- Hutbe-i Şâmiye, s. 105.; 2-Lem’alar, s. 155.; 3-Şûâlar, s. 447.; 4-Şûâlar, s. 305.
02.10.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|