Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 02 Ekim 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Nimetullah AKAY

Geleceği garanti altına alabilmek



Gelecekte başımıza gelmesi muhtemel hadiselerden dolayı büyük bir telâşa düşmekteyiz. Dünyanın gittikçe ısınmaya doğru gitmesi ve su kaynaklarının azalması günümüz insanlarını en çok endişelendiren bir durum olmuştur. Yıllar sonra su gibi değerli bir nimetten insanların mahrum kalması gerçekten korkunç bir şey olacaktır.

Diğer bir yandan biz insanlar her zaman yarınımızı düşünmekte, çoğumuz güya “geleceğimizi garanti altına alma” adına tasarruflarda bulunmaktayız. Emlaka yatırılan paralar, biriktirilen altınlar veya faiz müessesesi olan bankalara bir kısım insanların yatırdığı paralar hep gelecek endişesinden kaynaklanan tedbirler nevinden görülmektedir.

Belki geleceği de düşünmek meşrû olmakla birlikte, bu konuda aşırı gidilmesi ve adeta gelecekte uzun seneler yaşamayı garanti etmiş gibi bir halete bürünmesi insanların önemli yanılgılarındandır. Oysa Rezzak-ı Hakikî olan Rabbimiz biz insanların yaşayacak kadar rızkını taahhüt etmiştir. Ayrıca insanlar kendileri için Hâlık-ı Kerim tarafından belirlenen rızık dışında bir şey yeme imkânına sahip değillerdir.

O zaman biz insanların rızık endişesiyle geleceği garanti altına alma gibi, iddialı durumlara kendimizi sokmamamız gerekir. “Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz” şeklindeki İlâhî emri yerine getirdiğimiz takdirde, kanaat ve iktisat gibi iki zenginliğe sahip olduğumuz takdirde, boşu boşuna, gelecek endişesi ile kendimizi harap etmemize gerek kalmayacaktır.

Bir mü’min için gelecekte düşünülmesi gereken tek şey, ölüm ve ondan sonraki hayat olmalıdır. Evet ölümü sık sık düşünme tavsiyesi, bizzat Allah’ın Habibi Peygamber-i Zişan (asm) tarafından yapılmıştır. Bizlerden, ölümü düşünmek sûretiyle, insanlara gelecekte bir fayda sağlamayacak, aksine çok zararlara sebep olacak dünyevî zevk ve lezzetlerden uzak kalmamız istenmiştir.

“Bütün gelecekler yakındır” hükmü gereğince ölüm bizlere çok uzak değildir. Belki ve büyük ihtimalle şu ana kadar yaşadığımız süre kadar bu dünyada ömrümüz kalmamıştır. Ölüm ânı geldiğinde yeryüzünde onu geciktirecek veya engelleyecek hiçbir güç ve imkân bulunmamaktadır. O halde neden böyle önemli bir gerçekten gafil olalım? Neden ölüm sonrası için hazırlığa daha fazla önem vermeyelim?

Hiçbir kıymet-i harbiyesi olmayan dünya hayatının geleceğini garanti altına alma girişimi yerine, ölüm sonraki hayatı garanti altına alma çabası bizler için çok daha gerçekçi bir tavır olacaktır. Rabbimiz de bizden bunu istemektedir. Bize emanet olarak verdiği hayat ve vücut nimetini ölüm sonrası hazırlığı için kullanmamızı istemektedir.

Divane insanlar gibi davranmanın hiçbir meşrû mazereti olmayacaktır. Kalb, ruh, akıl gibi latifelerimizi güçlendirdiğimiz takdirde ve nefis ve hevamızın bu duygularımıza tahakkümünü engellediğimiz zaman, hiçbir yanıltıcı bizi doğru olan yoldan alıkoyamayacaktır.

Midemizi nefsin istekleri doğrultusunda doldurduğumuz ve mânevî duygularımızı ihmal ettiğimiz takdirde, şeytanlara rahat at koşturabilecekleri bir meydan açılmış olacaktır dünyamızda. İşte içinde bulunduğumuz mübarek Ramazan ayının en önemli faydalarından bir tanesi, maddemizi değil manevî duygularımızı geliştirmeye çalışmasıdır. Oruç midemizi dinlendirirken, kalb ve ruh cenahımızda büyük mertebe yükselmeleri meydana gelmektedir.

Yine Ramazan ayının orucuyla, aslında fazla mideperest olmakla şeytanların işini kolaylaştırdığımızı anlamaktayız. Meğer, bizler iyi beslenelim, nefsimizin da hakkını verelim derken, hayatımızın manevî cephesinde, maddî cephe lehinde gedikler açmaktaymışız...

Hâsılı, ölüm ile insanın mânevî tekâmülü arasında çok önemli bir bağlantı bulunmaktadır. İkisi birbiriyle bağlantılıdır. Ölümü sık sık düşündüğümüz zaman manevî terakkimiz artacak, manevî terakkimiz arttıkça da daha fazla, mutlaka başımıza gelecek olan ölümle ünsiyet peyda etmiş olacağız. Bu mübarek aydaki manevî feyizlerden yılın diğer aylarında da istifade etmemiz için bir gayret içinde olursak, o korkunç gibi görünen ölümü sevmememiz için bir sebep kalmayacaktır.

02.10.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (01.10.2007) - Sevdiklerimizden ayrılacağız

  (25.09.2007) - Kalbimiz kimleri sevmeli?

  (24.09.2007) - İnsanlığımız boğulmadan

  (18.09.2007) - “Acil Servis”in dindiremediği sancılar

  (17.09.2007) - Öyle bir yaşayalım ki...

  (11.09.2007) - Ey nefs-i pürheves!

  (10.09.2007) - Gafletli hâletlerimizin sonucu

  (04.09.2007) - Fikirlerimiz ve zikirlerimiz

  (03.09.2007) - Susuzluk ile imtihanımız

  (28.08.2007) - İyilik zannıyla kötülük etmek

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri