Gelecekte başımıza gelmesi muhtemel hadiselerden dolayı büyük bir telâşa düşmekteyiz. Dünyanın gittikçe ısınmaya doğru gitmesi ve su kaynaklarının azalması günümüz insanlarını en çok endişelendiren bir durum olmuştur. Yıllar sonra su gibi değerli bir nimetten insanların mahrum kalması gerçekten korkunç bir şey olacaktır.
Diğer bir yandan biz insanlar her zaman yarınımızı düşünmekte, çoğumuz güya “geleceğimizi garanti altına alma” adına tasarruflarda bulunmaktayız. Emlaka yatırılan paralar, biriktirilen altınlar veya faiz müessesesi olan bankalara bir kısım insanların yatırdığı paralar hep gelecek endişesinden kaynaklanan tedbirler nevinden görülmektedir.
Belki geleceği de düşünmek meşrû olmakla birlikte, bu konuda aşırı gidilmesi ve adeta gelecekte uzun seneler yaşamayı garanti etmiş gibi bir halete bürünmesi insanların önemli yanılgılarındandır. Oysa Rezzak-ı Hakikî olan Rabbimiz biz insanların yaşayacak kadar rızkını taahhüt etmiştir. Ayrıca insanlar kendileri için Hâlık-ı Kerim tarafından belirlenen rızık dışında bir şey yeme imkânına sahip değillerdir.
O zaman biz insanların rızık endişesiyle geleceği garanti altına alma gibi, iddialı durumlara kendimizi sokmamamız gerekir. “Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz” şeklindeki İlâhî emri yerine getirdiğimiz takdirde, kanaat ve iktisat gibi iki zenginliğe sahip olduğumuz takdirde, boşu boşuna, gelecek endişesi ile kendimizi harap etmemize gerek kalmayacaktır.
Bir mü’min için gelecekte düşünülmesi gereken tek şey, ölüm ve ondan sonraki hayat olmalıdır. Evet ölümü sık sık düşünme tavsiyesi, bizzat Allah’ın Habibi Peygamber-i Zişan (asm) tarafından yapılmıştır. Bizlerden, ölümü düşünmek sûretiyle, insanlara gelecekte bir fayda sağlamayacak, aksine çok zararlara sebep olacak dünyevî zevk ve lezzetlerden uzak kalmamız istenmiştir.
“Bütün gelecekler yakındır” hükmü gereğince ölüm bizlere çok uzak değildir. Belki ve büyük ihtimalle şu ana kadar yaşadığımız süre kadar bu dünyada ömrümüz kalmamıştır. Ölüm ânı geldiğinde yeryüzünde onu geciktirecek veya engelleyecek hiçbir güç ve imkân bulunmamaktadır. O halde neden böyle önemli bir gerçekten gafil olalım? Neden ölüm sonrası için hazırlığa daha fazla önem vermeyelim?
Hiçbir kıymet-i harbiyesi olmayan dünya hayatının geleceğini garanti altına alma girişimi yerine, ölüm sonraki hayatı garanti altına alma çabası bizler için çok daha gerçekçi bir tavır olacaktır. Rabbimiz de bizden bunu istemektedir. Bize emanet olarak verdiği hayat ve vücut nimetini ölüm sonrası hazırlığı için kullanmamızı istemektedir.
Divane insanlar gibi davranmanın hiçbir meşrû mazereti olmayacaktır. Kalb, ruh, akıl gibi latifelerimizi güçlendirdiğimiz takdirde ve nefis ve hevamızın bu duygularımıza tahakkümünü engellediğimiz zaman, hiçbir yanıltıcı bizi doğru olan yoldan alıkoyamayacaktır.
Midemizi nefsin istekleri doğrultusunda doldurduğumuz ve mânevî duygularımızı ihmal ettiğimiz takdirde, şeytanlara rahat at koşturabilecekleri bir meydan açılmış olacaktır dünyamızda. İşte içinde bulunduğumuz mübarek Ramazan ayının en önemli faydalarından bir tanesi, maddemizi değil manevî duygularımızı geliştirmeye çalışmasıdır. Oruç midemizi dinlendirirken, kalb ve ruh cenahımızda büyük mertebe yükselmeleri meydana gelmektedir.
Yine Ramazan ayının orucuyla, aslında fazla mideperest olmakla şeytanların işini kolaylaştırdığımızı anlamaktayız. Meğer, bizler iyi beslenelim, nefsimizin da hakkını verelim derken, hayatımızın manevî cephesinde, maddî cephe lehinde gedikler açmaktaymışız...
Hâsılı, ölüm ile insanın mânevî tekâmülü arasında çok önemli bir bağlantı bulunmaktadır. İkisi birbiriyle bağlantılıdır. Ölümü sık sık düşündüğümüz zaman manevî terakkimiz artacak, manevî terakkimiz arttıkça da daha fazla, mutlaka başımıza gelecek olan ölümle ünsiyet peyda etmiş olacağız. Bu mübarek aydaki manevî feyizlerden yılın diğer aylarında da istifade etmemiz için bir gayret içinde olursak, o korkunç gibi görünen ölümü sevmememiz için bir sebep kalmayacaktır.
02.10.2007
E-Posta:
[email protected]
|