Bu dünyada ne kadar çok sevdiğimiz şeyler vardır, değil mi? Öncelikle kendimizi sevmekteyiz. Çok güzel yaratıldığımızı, bir çok insandan daha fazla güzel bir insan olduğumuzu düşünürüz. Çoğu zaman aynanın karşısından ayrılmak istemeyiz. Gözlerimize, kaşlarımıza, simamıza bakmaya doyamıyoruz.
Bazen de öyle bir gaflet karanlığı içine dalarız ki, güzelliklerimize sahip çıkar, bütün güzelliklerin sahibi biz olduğunu düşünürüz. Bu şekilde düşünme bizleri şımartır, nefsimizin gururlanmasına da sebep olur. En tehlikelisi de insanın içinde gizli bir şirkin doğmasına sebep olur.
İnsanlar içine çıktığımız zaman da herkesin bizi güzel görmesini, güzelliklerimizi takdir etmesini isteriz. Bu sebeple de dışarılara çıkmadan önce üstümüzü, başımızı özene bezene düzeltir, hatta bazen de fıtrî olan yapımızı güzellik adına değiştirmeye bile çalışırız. Bu şekilde, kendi güzelliğini insanlara gösterme duygusu, zaman içinde bizleri “güzellik budalası” dedikleri cinsten bir insan haline getirir.
Çevremizdekiler “Sen ne kadar da güzelsin” deseler sevinir ve gururumuz kabarır, “Sen ne kadar da çirkinsin” deseler de müthiş kırılır, adeta yerin dibine gireriz. Oysa güzel olsak da, çirkin olsak da, yaratan biz değiliz. Kendimizi olduğumuz şekilden başka bir şekilde yaratma imkânımız da bulunmamaktadır.
Her türlü görüntünün yaratıcısının Allah olduğunu düşünmeyen cahil insanlar insanların bazılarına “güzelsin” veya “çirkinsin” diyerek sanki onları şereflendirmekte veya onlara hakaretler etmektedirler. Cahil insanlar çoğu zaman böyle malı gerçek sahibine değil de parmağını bile kendi gücüyle kıpırdatma imkânına sahip olmayan aciz insanlara verir.
Güzellikleri sadece görüntüde ve geçici şekillerde arayan insanlar, dünyada yaratılan hiçbir güzelliğin kalıcı olamayacağını aklına getirmiyor. Hayatımız boyunca gördüğümüz insanlardan kaç kişinin gençliğinin ilâ nihaye devam ettiğini görebildik ki? Diğer insanlara değil de kendimize bakalım. Hani nerede o gençliğimiz? Eğer bizler şimdilik genç isek, o halde hani nerede babamızın, annemizin gençlik halleri?
Hem sahip olmadığımız, hem de bu dünya hayatında sürekli bizde kalamayacak güzelliklerle kendimizi avutuyoruz. Sadece kendi bedenimizin değil, elimizdeki dünyevî imkânların da zebunu olmaktayız. İçinde pırıl pırıl eşyalarla, mobilyalarla birlikte bulunduğumuz evimizden bir gün ebediyen ayrılacağımızı aklımıza bile getirmiyoruz.
Bir gün gelecek, en çok sevdiğimiz gençliğimiz ihtiyarlığa dönüşecek. Bir gün gelecek çok güvendiğimiz vücudumuzun gittikçe takatten düştüğünü göreceğiz. Bir gün gelecek etrafımızda şimdilik şen şakrak koşuşan yavrularımız bizlerden ayrılıp uzaklara gidecek. Bir gün gelecek yalnızlığın acısı içinde dünyanın hiçbir imkânı bizlere zevk vermeyecektir.
Elbette dünyada sahip olduğumuz güzelliklerin ebedî bir hayatta bizlerle birlikte devam etmesinin çarelerini araştırmak gerekir. Öncelikle hiç güzellik ve güç kaybetmeyen bir gençliğe sahip olmanın yollarını aramamız gerekir. Şimdiye kadar yeryüzünde yaşayanların böyle bir imkânı elde edememiş olması, bizlere bu imkânın bu dünyada değil de, ancak başka ebedî bir ülkede elde edilebileceğini hatırlatmıyor mu?
Dünyanın bütün geçicilikleri, yüzümüzü ebedî ahiret ülkesine çeviriyor, bizlere, “Orası için çalışın” deniliyor, bizlere, bu dünyadaki hiçbir güzellik ve imkânın ebedî olmadığını anlatıyor. Bütün mesele, nefsimizin hevâ ve heveslerine aldırmadan gerçeklere yönelebilmemizdir şüphesiz.
“Bütün gelecekler yakındır” hadis-i şerifi gereğince, dünyadaki bütün güzelliklerimizi yok edecek ölüm çok yakınımızdadır. Bunu hiçbirimiz inkâr edemiyoruz. O halde nefis ve şeytanların peşine düşmek akıllıca bir davranış tarzı olamaz.
Allah’ın rızası dairesinde bir hayat varken, Hz. Muhammed (asm) gibi bir rehber bize gönderilmişken, elbette dünyanın geçici hevesleriyle günlerimizi geçirme ahmaklığında bulunmaya bizlerin hakkı bulunmamalıdır.
01.10.2007
E-Posta:
[email protected]
|