Cemaat/topluluk, “bir mezhebe tâbî bir heyet teşkil eden halk; aralarındaki münasebetleri din, örf ve âdetlere göre tanzim eden insanlar topluluğu” şeklinde tanımlanır. Aynı meşrep, fikir ve aynı hizmet tarzı ve üslubunu benimseyenler grubuna da denilir.
Cemaat bir şahs-ı mânevîdir. Yani, aynı düşünce, aynı duygu, aynı prensip ve görüşleri ve hizmet tarzını paylaşan insanların oluşturduğu bir topluluk. Herhangi bir cemaat ve topluluğun “şahs-ı manevîsi”; ona mensup olanların kişilikleri, benlikleri, şahsî özellikleri, düşünceleri değil; bir vücudu teşkil eden hücre, uzuvlar veya bir fabrikayı teşkil eden çarklar gibi bütün için ve bütün içinde çalıştıkları, fani oldukları, eridikleri hakikat olarak ortaya çıkar. Kendi özelliklerini değil, mensubu oldukları manevî şahsiyetin özelliklerini ön plana çıkardıkları bir ruh hâlidir. “Ben”lerin “Biz” havuzuna dökülüp eridiği ve “Ben”in, “Biz”e dönüştüğü bir havuzdur.
Kimi zaman, sosyal hayatın tabiî bir sonucu olan bu olguya, “Ben cemaat meselesine daha geniş, daha global, daha üstten bakıyorum; bütün Müslümanların dahil olduğu İslâm cemaatindenim!” gibi bir yaklaşım sergilenir.
Bu, ya cemaatî anlayışta bir sıkıntının, ya meseleyi tam kavrayamamanın ipuçlarını veriyor. Veya, içine düştüğü cemaatî problemin anaforunu tevil anlamı taşır. Veyahut, cemaatî sorumluluklardan kaçan nefsin bir oyunu da olabilir.
Elbette bütün Müslümanlar bir bütün olarak cemaati oluşturur. Bunun da adı, “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat”tir. Bu, en üst kimliktir.
Ehl-i Sünnet Cemaatinin altında ise, mezhepler, cemaatler, tarikatlar, ekoller, meslekler, meşrepler yer alır. Alt dairedeki herhangi bir cemaatin meslek ve meşrebiyle boyanmak, büyük ve geniş dairedeki Ehl-i Sünnet Cemaati’ne aykırı hareket edildiği veya kendi içine kapanıldığı anlamına gelmez.
Farklı coğrafya, iklim, imkân ve şartlar, tabiî olarak teferruatta farklı mezhepleri doğurdu. Farklı meşrepler de yine teferruâtta farklı cemaati, ekolleri, grupları… Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat kimliği altında daire daire farklı cemaatlerin bulunması gayet tabiîdir ve psiko-sosyal bir olgudur. Dolayısıyla, “Ben cemaatlerüstüyüm!” iddiâsı, “Ben mezheplerüstüyüm!” demek gibi bir şey olsa gerek.
“İslâm cemaati bir bütündür, bütün Müslümanları içine alır. Yerel cemaatler bileşik kaplar gibi, birbirine geçişlidir!” Ancak, her cemaatin bir şahs-ı mânevîsi, kendine has bir tarzı, bir üslûbu vardır. Öyle olduğu içindir ki, farklılıklar ve cemaatler teşekkül eder. Ve bu gayet tabiîdir. Çünkü, herkes aynı tipte, aynı fıtratta, aynı meşrepte değildir.
Peygamberimiz (asm), “Size cemaat halinde bulunmanızı tavsiye eder; ayrılıp dağılmaktan şiddetle kaçınmanızı isterim. Zîrâ, şeytan, yalnız başına yaşayan insana yakın olup beraber bulunan iki kişiden daha uzaktır. Kim Cennetin tâ ortasında yaşamayı isterse, toplu halde bulunmaya baksın; Allah’ın yardım ve inâyeti cemaatle beraberdir”; “Müslüman Cemaatinden bir karış da olsa ayrılan kimse, boynundaki İslâm bağını çözmüş demektir”; “Cemaatten ayrılmayınız. Şunu bilin ki, sürüden ayrılan koyunu kurt kapar!”1 beyanlarıyla, daha küçük dairedeki cemaatleşmeyi kast ettiği gayet açıktır.
Bediüzzaman'ın, “Umum ehl-i iman dahil oldukları ve üç yüz milyondan ziyade efradı bulunan bir mukaddes cemaat-i İslâmiyeden başka mabeynimizde medar-ı bahs olmadığı...”2 gibi tâbirleri, tüm Müslümanlar için kullandığı da bir vakıadır. Bununla da, Ehl-i Sünnet çerçevesindeki ittihaddan söz ettiği açıktır. Muhtelif eserlerinde, pek çok yerde, cemaat derken, “Müslümanların din kardeşliği esasına dayalı olarak gerçekleştirdikleri ve katılmak zorunda oldukları birlik, beraberlik”i ve “Müslümanların büyük çoğunluğu”nu kasteder.
Dipnotlar:
1- Tirmizi, Fiten, 7.; Age, 78; Ebû Dâvûd, Salat, 46.; 2-Şuâlar, s. 238.
01.10.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|