Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 01 Ekim 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

M. Latif SALİHOĞLU

Anayasa(k) manevraları



Türikiye'nin siyasî gündemini hazırlanmakta olan yeni anayasa üzerindeki müzakere ve tartışmalar teşkil ediyor.

Tartışmaların odak noktasında ise, hürriyetler ve yasaklar yer alıyor.

Mâlum bir kesim, mevcut yasakların devamı ile birlikte, yeni birtakım "garantili yasaklar"ın da anayasaya konulmasını istiyor. İstemekle de yetinmiyor. Kalkıp yasakları vargücüyle savunuyor, hatta bin dereden su getirerek haklılığını ispata çalışıyor.

Hürriyetleri umursamayan, yasakları adeta tabulaştıran bu kesimin istediği şey, aslında anayasa değil, özüyle sözüyle "anayasak"tır. Yani, yasaklar manzumesi.

Bereket ki, şimdilerde yasaklara gerekçe hazırlayanlardan çok, hürriyetleri savunanlar var.

Yalnız, hürriyeti savunanların da bir endişesi var. O da, yeni bir anayasa hazırlığı içinde olan siyasî iradenin, ne ölçüde ciddî ve dirayetli olduğu/olacağıdır.

Evet, bu noktada biz de meseleye "ihtiyatlı bir iyimserlik" içinde bakıyoruz ve iktidar kanadının ne ölçüde muktedir olacağını merakla bekliyoruz.

Temenni ediyoruz ki, insan temel hak ve hürriyetleri noktasında, yasaklar daraltılsın, hürriyetler genişletilsin ve "insan" unsuru, yani insanın huzur ve saadeti en mühim noktada tutulsun.

Evet, bir devlet için, her şeyden önemli olan insandır, insanın saadetidir. Kânun da, teknoloji de bunun için vardır. Gelişmiş ülkeler, bu hakkı teslim ediyor ve insanını, vatandaşını mutlu etmeye, huzurlu kılmaya çalışıyor.

Tekrar arzu ve temenni ediyoruz ki, yeni anayasa, yeni bir "anayasak" olmasın.

Gündeme dair

Merkez ve mahalle

Haftalardır bir "mahalle baskısı" lâfıdır, almış gidiyor.

Her kafadan bir ses çıkıyor: Kimi baskı var, kimi de yok diyor. Kimi olabilir, kimi de olmaz diyor.

Yani, anlayacağınız bu konuda ciddî bir ihtilâf söz konusu.

Üstelik, tarihten aktarılan ile rivâyetler ile hariç ülkelerden verilen misâller de muhtelif.

Birbirini tutmayan yorum ve değerlendirmeler gırla gidiyor.

Neticede, Türkiye için bir "mahalle baskısı" korkusunun söz konusu olup olmadığı hususunda bir türlü anlaşma, uzlaşma sağlanamıyor.

Oysa, baskı konusunda hiçkimsenin itiraz etmediği bir nokta var: "Merkez baskısı."

Evet, Türkiye'de bir "merkez baskısı" var ve hiç kimse çıkıp da bunu inkâr edemez. Bu derece net ve açık bir nokta.

Ne var ki, insanlarımız, bilhassa aydınlarımız bu açık nokta üzerinde durmak yerine, gidip muğlak noktalar üzerinde lâfazanlık yapmayı tercih ediyor.

Bakalım, kalem ehli düşünürlerimiz, ne zaman "merkez baskısı" hakkında kafa yormaya başlayacak.

Zira, en büyük, en ağır, şiddetli baskı budur; bundan başka, yahut meşrûiyet içinde baş edilemeyecek herhangi bir baskı türü söz konusu bile değil.

GÜNÜN TARİHİ 1 Ekim 1918

402 yıl sonra Şam'ın sukûtu ve sonrası

Suriye–Filistin Cephesindeki çöküşün ardından, Osmanlı'nın elindeki Suriye şehirleri birer birer düşmeye başladı.

1 Ekim 1918 günü de, 402 senedir Osmanlı'nın idaresinde bulunan ve "Şam–ı Şerif" olarak bilinen Suriye'nin en büyük, en mübarek şehri düştü.

İngiliz kuvvetlerinin şehri işgale başlaması üzerine, Osmanlı kuvvetleri Halep'e çekildi. Halep'te yeni ordu karargâhı kuruldu. Ancak, çöküş ve gerileme devam etti. 27 Ekim günü de Halep şehri elden gitti.

Birinci Dünya Savaşı tam da bitmek üzereyken, Şam ve Halep'in elden gitmesi, Osmanlı için son iki büyük felâket olarak addedildi.

Yaşanan bunca felâkete ve üç gün sonra (30 Ekim) imzalanan Mondros Mütarekesine rağmen, düşmana karşı kahramanca direnen Arap–Osmanlı şehirleri oldu. Bunlar, sırasıyla şöyledir: Musul, Medine ve Trablus (Libya) şehri.

Ne var ki, bunların direnişi de uzun sürmedi. Zira, imzalanan antlaşma ile hem Osmanlı'nın mağlubiyeti tescil edilmiş, hem de Kuzey Afrika ve Arabistan'da görev yapan Osmanlı paşalarının bir kısmı İngilizlerle el altından anlaşmışlar gibi, tuhaf bir işbirliği içine girmişlerdi.

Evet, İngiliz, Fransız ve İtalyan ordularının sâir İslâm beldelerindeki bu son başarılarını, sadece kendi öz kuvvetleriyle izah etmek mümkün görünmüyor.

Zira, bunlar harbin başından (1914) itibaren düşmana karşı dayanmışlar, direnmişler ve ta 1918 yılı sonlarına kadar da Osmanlı'ya olan bağlılıklarını devam ettirmişlerdir.

İtilâf devletleri, yıllardır Arabistan ve diğer yerlerde faaliyet yürüttükleri halde, bir türlü maksatlarına ulaşamıyorlardı. Osmanlı'nın zayıfladığı yerlerde bile, Arap ve Berberi kabileleri direniyor ve gayr–ı müslim kuvvetlere teslim olmayı kabullenmiyordu.

İşte, ne olduysa 1917 –18 yıllarında oldu. Sanki, Osmanlı içinde bulunan bir gizli el, Ortadoğu'daki bütün Osmanlı belde ve eyaletlerini ecnebi kuvvetlerine peşkeş ediyordu.

Bu arada, cephelerde sürdürülen savaşlar da, göstermelik olmaktan öteye gitmiyordu.

Demek ki, "işin içinde iş var"dı. Kimi İttihatçı paşalar, adeta İngilizlerin hesabına çalışıyordu.

O beldelerin bu derece kolay, çabuk ve çok ağır kayıplarla elimizden çıkmış olmasının gizli–açık sebeplerini iyice araştırıp bulmak gerekir.

Aksi halde, insanlarımıza doğru tarihi göstermiş, öğretmiş sayılamayız.

Bu meydanda, sizlere tavsiye edebileceğimiz "belge–roman" türünde yayınlanmış bir kitap var. Mustafa Yıldırım'ın kaleminden çıkan ve Toplumsal Dönüşüm Yayınları (2004) arasında neşredilen bu kitabın ismi şöyle: "Mustafa Kemal ile Filistin'den Anayurdun Dağlarına 58 Gün"

560 sayfayı aşan bu kitap, 14 Eylül 1918'de İskenderiye'nin dar sokaklarında başlayan ve gerisin geriye adım adım yaşanan o büyük felâketlerin 58 günlük hikâyesini anlatıyor.

01.10.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (29.09.2007) - Lâle devrine tellak darbesi (2)

  (28.09.2007) - Lâle devrine tellak darbesi (1)

  (27.09.2007) - Teknolojiye hücûm

  (26.09.2007) - 25 sene öncesinin anayasa meddahlığı

  (25.09.2007) - Bu yalanı kim yutar?

  (24.09.2007) - Adım adım gerilim

  (22.09.2007) - Güçlü şâir, yenilmez padişah

  (20.09.2007) - Alacakaranlıkta tahliye

  (19.09.2007) - Yassıada cehennemi (4)

  (18.09.2007) - Yassıada cehennemi (3)

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri