Recep TAŞCI |
|
Kedi kedidir |
Hafta sonu ile birleşince bayram tatili uzun sürdü. Ama hayat durmadı. Ülkemizin güvenliğini ve dış politikasını yakından ilgilendiren bir gelişme oldu. 19-20 Kasım tarihlerinde Portekiz’in başşehri Lizbon’da son yılların en önemli toplantılarından biri olarak adlandırılan 28 ülkenin katılımıyla NATO Zirvesi gerçekleştirildi. Bu toplantıyı önemli kılan neydi? “Füze savunma sistemi” kurulması konusunda bir anlaşmanın imzalanmasıydı. NATO üyelerini ve müttefiklerini hedef alan herhangi bir füze saldırısına karşı korumayı amaçlayan anlaşmanın imzalanması kolay olmadı. Yoğun ve sert tartışmalar yaşandı. Türkiye bu tartışmalara aktif olarak katıldı. Öyle ki ipler kopma noktasına gelebilirdi. Pürüzlü noktaları şöyle sıralayabiliriz. Bir kere sistemin kurulacağı ülke belirsiz. Önce Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde düşünülmüştü. Rusya karşı çıktı. Bunun üzerine projenin ülkemizde hayata geçirilmesi gündeme geldi. Millî Savunma Bakanı Gönül, “Füzeler Karadeniz ve Doğu Anadolu Bölgelerine konuşlandırılacak.” dese de durum netleşmedi. Kamuoyunda “Füze kalkanı” diye bilinen sistemin kime karşı olduğu da anlaşılamadı. ABD yetkilileri tehdidin İran’dan geldiğini açıkça söylediler. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy de; “NATO’nun kamuya açıklanan belgelerinde hiçbir isim yer almıyor. Ancak biz kediye kedi deriz. Bugünün füze tehditi İran’dır” diyerek İran’ı işaret etti. Türkiye ise belgede İran’ın adının geçmesini reddetti. Şiddetli tartışmalar neticesinde imzalanan strateji belgesinde İran adı yer almadı. Bu durum kamuoyuna bir başarı olarak sunuldu. Sonuçta meçhul (!) bir düşmana karşı bir füzesavar sistemi kurulacak. Bir diğer tartışma konusu komuta-kontrol kimde olacağı ile ilgiliydi. Başbakan Erdoğan mealen, “Topraklarımızda böyle bir sistem düşünülüyorsa, komuta-kontrol kesinlikle bizde olmalı, aksi halde kabul edemeyiz.” şeklinde demeç verdi. Zirve sonrası U dönüşü yaptı. “Komuta NATO’da olmalı” dedi. Bu mesele de ortada kaldı. Gelecek Haziran ayına kadar sorunların nasıl çözüleceğini göreceğiz. Bir değerlendirme yaparsak; Askerî konularda ahkâm kesmek bize düşmez. Türkiye’nin güvenliği için böyle bir savunma sistemi gerekli mi? Cevabını uzmanlara bırakalım. Bizi ilgilendiren kısmı malî portresi ve finansmanı. Kaça mal olacak? Finansmanını kim üstlenecek? Payımıza ne düşecek? Silâh şirketlerinin rolü ve fonksiyonu nedir? Bunlar konuşulmuyor. Bu vesileyle şu hususun altını çizelim. Savunma harcamalarımız zaten çok yüksek. Kısılması gerekir. Ayrıca sıkı bir şekilde denetlenmelidir. Bu konuda zaaflarımız ve tabularımız var. Nüfusumuza ve gücümüze göre dünyanın sayıca en büyük ordusunu besliyoruz. Günahtır, kaynak israfıdır. Kıt olan kaynaklarımız verimli alanlara kanalize edilerek yatırım ve üretim artışı sağlanmalıdır. Ülkemizin en temel ve kronik derdi işsizlik ancak böyle çözülür. Durum istatistiklerde gösterildiğinden daha vahimdir. Özellikle gençler arasında işsizlik had safhadadır, sosyal patlamalara zemin hazırlamaktadır. Sorunun malî boyutundan sonra dış politikaya yansımasına da kıcasa değinmeliyiz. Proje İran’la ilişkilerimizi olumsuz yönde etkileyecektir. ABD patentli bu projeyi onaylayan hükümet, adı zikredilmese de İran’ı hasım konumuna sokmuştur. Hele radar ve füzelerin Türkiye’de konuşlandırılması halinde İran’ın tepkisinin çok sert olacağı aşikârdır. “Komşularıyla sıfır sorun” politikası yürüttüğünü söyleyen hükümet sıkışmıştır. Bir yanda Batı bloku diğer yanda komşumuz İran. Yani “aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” vaziyeti. Komplo teorilerine inanmayız, ama bu durum Türkiye-İran ilişkilerini bozmaya yönelik ABD’nin yürürlüğe koyduğu bilinçli bir planın parçası mıdır diye de insan ister istemez şüpheleniyor. Diğer taraftan İsrail faktörünü de unutmayalım. İşin içinden kazasız belâsız nasıl sıyrılacağımızı zaman gösterecek. 29.11.2010 E-Posta: [email protected] |