29 Kasım 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Hasan GÜNEŞ

Uzak Doğu felsefesi ve İslâm


A+ | A-

Hayat, dikkat çekici tevafuklarla doludur. Bazen bakarsınız, insanların yere göğe sığdıramadığı dünya çapında meşhur bir hekim, sahasında tek otorite olduğu bir hastalıkla hayata gözlerini kapayıverir. Ne koruyucu hekimliği o hastalığa yakalanmasına engel olabilir, ne de uzmanlığı tedavisi için yeterlidir. Tek otorite de kendisi kabul edildiğinden tedavi için çalacak başka bir kapı da yoktur.

Bulaşıcı olmayan bir hastalığın meslekte otorite olan kişiye nasıl musallat olduğu gerçekten araştırılması gereken bir konu… Kim bilir belki de kader, tıbbın ve insanların sadece bir vesile ve araç olduğunu, gerçekte şifanın Allah’tan olduğunu hatırlatmak ve toplumların sebeplere olan aşırı bağlılığını sarsmak için böyle hadiseler takdir ediyor.

Siyasî ve sosyal meselelerde de benzer hadiselerle karşılaşmak mümkün. Yine psikolojik branşlarda da uzman olarak kabul edilen kişilerin zaman zaman hadisenin içinde boğulup gittikleri bilinen hususlardır.

Maddî hastalık ve problemler biraz farklı olsa da, sosyal ve psikolojik hadiselerin bulaşıcı bir hastalık gibi yayılıp sirayet ettiğini, zaman zaman bir meslek hastalığı haline geldiğini unutmamak gerekiyor. Kişinin uzman olarak meşgul olduğu bir hastalıkta zamanla hastalarından etkilendiği karşılaşılan vak'alardır.

Belki de bir kısım insanlar bir önsezi ile kaderlerine doğru yöneliyorlar. Kim bilir belki de meslek hayatındaki hatalar ve yanlışlar ve sebeplere fazla önem vermek gibi davranışlar da “Ceza amel cinsindendir” kaidesince karşılık görüyor. Onun için her zaman dikkatli olmak, büyük konuşmamak ve çok keskin olmamak gerekiyor.

Bütün bu sebepler ve gerekçeler ne olursa olsun, bir gerçek var ki o da; sahasında uzman olarak kabul edilen bu kişilerin ellerinde sihirli reçete veya sihirli bir anahtarın olmadığıdır. En nihayetinde onlar da bir insan…

Belki gazetede okumuşsunuzdur, Güney Kore’nin meşhur TV programcılarından birisi kocasıyla birlikte intihar etmişti. Bıraktıkları notta gerekçe olarak “uzun süren hastalıktan usandığı ve artık tahammül edemediği” yazıyordu. İşin dikkat çekici tarafı, 63 yaşındaki bu kişi ülkede “mutluluk profesörü” ve “umudun annesi” olarak biliniyor ve takdim ediliyordu. Bu konuda da yirmiden fazla kitap yazmıştı.

Binlerce hatta yüz binlerce kişiye mutluluk ve umut dağıtan, anlattığı prensiplerle onların dertlerine çare olmaya çalışan bir kişi, kendi problemini çözemiyor. Konuşmalarında ve yazılarında psikolojik direnci ve iyimserliği anlatan kişinin, cesedinin dayanabildiği bir hastalığa; daha dayanıklı olması gereken ruhu dayanamıyor. Sabrı tükeniyor. Cesedinden önce ruhu ve kalbi iflâs edip teslim oluyor. En nihayetinde kendisine emanet edilen aziz bedene kıyıyor…

Gerçi bilmek ve anlatmak kolaydır; uygulamak ve yaşamak ise zordur. Ancak hâdise anlatmak ve uygulamak arasındaki fark kadar basit değildir. Gerçekten de bilip bilmediğini sorgulamak gerekiyor. Anlatılanların doğruluğunu tetkik etmek gerekiyor.

Bilindiği gibi, hâdisenin geçtiği Kore ve civarı yani Uzak Doğu, insanın ruh bütünlüğünü sağlayarak iç direncini arttıran, geliştirdikleri prensiplerle mutluluk ve saadet formülleri üreten felsefî görüşlerin yaygın olduğu bir bölge. Hatta bu felsefî görüşler sanki bir din veya bir mezhep gibi itibar görüyor. Gerçi o bölgelerdeki batıl dinler de çok farklı değil… Sadece dünyayı ve dünyadaki mutluluğu esas almış anlayışlar…

Uzak doğu felsefesinin prensipleri çoğunlukla iyi günlerde anlatılan, kişileri sanki başka dünyalara götüren konuşma ve davranışlardan meydana geliyor. Ancak kişi, mutluluk profesörünün hastalığında olduğu gibi bir musîbetle karşılaştığında birden acı gerçekle yüz yüze geliyor. O cilâlı lâfların hiçbirisi işe yaramıyor. Arkasında, hastalıkla nefesini ensesinde hissettiği bir ecel cellâdı; önünde ise dipsiz bir kuyu gibi kabir kapısı… İçinde ahiretin olmadığı bütün lâfların bitip tükendiği acı bir gerçek…

İntihar eden profesörün sadece kendisi ve eşi değildir. İntihar eden gerçekte koskoca bir Uzak Doğu felsefesidir. Profesör, o güne kadar derdine derman olmak istediği, konuştuğu ve görüştüğü binlerce kişinin, dertlerini daha yakından bilmenin ve onları geçici olarak uyuşturmaktan başka hiçbir şey yapamamanın çaresizliliği ve acısı içindedir.

Daha önceki bir yazımızda da detaylı şekilde bahsettiğimiz gibi Sekizinci Söz’de, Suhuf-u İbrahim’de (as) de geçen bir hikâye anlatılır. Kuyunun içinde çürük bir ağaca tutunmuş bir kişiden bahsedilir. Üstte, ölümü ve eceli temsil eden ve nöbetçi gibi bekleyen bir aslan, altta ise kabir kapısını temsil eden ve ağzı neredeyse ayaklara kadar uzanan bir ejderha… İnsanın gerçek durumu işte bu…

Tolstoy da, kendi yaşantısı için “Bir şark hikâyesinde olduğu gibi ne ölüyorum, ne kurtuluyorum” der.

Hikâyede anlatıldığı gibi, bir insan o dehşetli halde iken tutunduğu daldaki meyveleri yemekten ne kadar zevk alabilir? Dünya hayatının en yüksek zevki, bu meyvelerden çok farklı değildir. Çürük bir hayat ağacına tutunmuş zavallı insanı, yerlerin ve göklerin, hayatın ve ölümün Yaratıcısının sözlerinden başka hangi söz teskin edebilir? Onun derdine İslâm’dan başka hangi sistem çare olabilir?

Hastalıkları, musîbetleri ve ihtiyarlığı, Âlemlerin Rabbi’nden başka âhiret hazinelerine kim dönüştürebilir? Dehşetli bir ejderha gibi her insanı bekleyen kabir ağzını cennet kapısına, Allah’tan başka kim dönüştürebilir?

Evet, insanoğlu bazen öyle musîbetlerle karşılaşır ki, tahammül etmek kolay değildir. Fakat mü’min insan, onun muazzam karşılığını düşünerek sabreder. Sekizinci Söz’de ifade edildiği gibi: “Dünyası ne kadar fena ve sıkıntılı olsa da; Dünyasını, Cennet’in intizar (bekleme) salonu hükmünde gördüğü için hoş görür, tahammül eder, sabır içinde şükreder...”

Uzak Doğu felsefesi ve diğer felsefelerin yaptığı nedir? “Aşağıdaki ejderhaya bakma ve düşünme, başın döner! Yukarıdaki aslanı görme, hayat ağacına sımsıkı sarıl! Ağacın kökünü kemiren zamanı, fantezilerle kapat” gibi gerçekte çocukça sözlerden başka bir şey değildir.

İntihar eden mutluluk uzmanı, seçtiği meslek cihetiyle karşılaştığı yüzlerce tecrübelerle anlattığı felsefenin içinin boş olduğunu belki de herkesten daha iyi biliyordu. En sonunda, her şeyin boş ve mânâsız olduğuna inandığı böyle bir dünyada, dalın kırılmasını beklemeden, ergeç düşeceği ejderha ağzına kendisini bırakıvermiş. Keşke İslâm’ı tanıyabilseydi!

Yazımızı Risâle-i Nur’dan bir cümle ile bitirelim: “Hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imandadır ve iman hakikatleri dairesinde bulunur.”

29.11.2010

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (18.11.2010) - Siyah ve nur

  (28.10.2010) - ‘Ölmeden önce ölme’ye ‘farklı bir bakış’

  (11.10.2010) - Eğitim ve tahkikî iman

  (04.10.2010) - Mukarrebînin seyyiatı

  (05.09.2010) - İNSAN, ZAMAN VE KADİR GECESİ

  (30.08.2010) - İstidat ve kabiliyetlerin inkişafı

  (16.08.2010) - Ey Rabbimiz! Ayağımızı ve kalbimizi sabit kıl

  (30.07.2010) - Çoğulculuk ve zekâ

  (18.07.2010) - Karışmayan denizler

  (21.06.2010) - Zamanın harita ve pusulası


Son Dakika Haberleri

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Abdullah ŞAHİN

  Ahmet ARICAN

  Ahmet BATTAL

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Ali Rıza AYDIN

  Atike ÖZER

  Baki ÇİMİÇ

  Banu YAŞAR

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H.İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Hakan YILMAZ

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehmet YAŞAR

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Muzaffer KARAHİSAR

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Saliha FERŞADOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  YENİ ASYA NEŞRİYAT

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin YAŞAR

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.