Mehmet KARA |
|
Muhalefet boşluğu ya da alternatifsizlik |
Anayasa değişikliği teklifinin TBMM Anayasa Komisyonunda kabul edilmesinin ardından teklif önümüzdeki Pazartesi gününden itibaren Genel Kurul’da görüşülmeye başlanacak. 1982 Anayasasına yeni bir yama daha atılacak atılmasına da siyasetteki çekişme yine meseleyi başka taraflara götürdü. Her zaman ki gibi yine bir kavga konusu ortaya çıktı. Bu vesile ile iktidar-muhalefet çekişmesinden Türkiye’de birçok konunun yapılamadığı konusunu ele almak istiyoruz. Öncelikle şunu söyleyelim. Türkiye’de ciddî bir muhalefet eksikliği her geçen gün daha fazla kendisini hissettiriyor. Bu görüş, sadece bizim görüşümüz değil, bunu pek çok kişi dillendiriyor. Demokrasinin vazgeçilmezlerinden birisi olan muhalefet, maalesef artık “muhalefetlik görevi”ni yapamıyor. Peki muhalefetin görevi nedir? İktidarın her yaptığına karşı olmak mıdır? Yoksa iktidarı yanlış yapmaktan döndürmek, milletin hayrına ve iyiliğine olan şeylerin yapılmasını sağlamak mıdır? Yani, yanlışa yanlış, doğruya doğru demek midir? Özellikle 2007 seçimlerinden bu yana muhalefet görevi konusunda yapılan sadece iktidarın her dediğine “olmaz” demek olarak uygulanıyor. Bunun yanında bir de son yıllarda “siyasetteki kavga görüntüsü” millet tarafından tasvip edilmiyor. Karşılıklı ağır hakaretler millete de yansıyor. Bu kavga birçok alanda kutuplaşmalara sebep olurken, bunun neticesinde de köklü sorunlara çözüm üretilemiyor. ««« İktidar söz verdiği ya da yapması gereken birçok işi sözle geçiştiriyor. Bir işe başlıyor, sonrasında yarım bırakıp başka işe girişiyor. Yeni ve sivil anayasa meselesinde, demokratik açılım konusunda hep bunları Türkiye yaşadı, yaşıyor. Bunun karşısında da Meclis içindeki muhalefet de çözüm üretmiyor. Sadece iktidarın yanlışlarını gösteriyor, doğrusunu söylemiyor. “Bizi iktidara getirin biz iyisini yapalım” diyor. Bu konuda pek çok örnek vermek mümkün. Bunun son örneğini AKP’nin hazırlayıp Meclis’e gönderdiği anayasa değişikliğinde de yaşıyoruz. Yine her zaman ki gibi, birinin “ak” dediğine diğeri “kara” diyor. AKP’nin hazırladığı ilk taslak sivil toplum kuruluşları ile görüşmeden sonra genişletildi. Muhalefet bu aşamada da herhangi bir çözüm üretmedi. Birisi kapağını dahi açmadı, diğeri baştan “şimdi olmaz” dedi. “Bunlar halkın yararına değişiklikler değil. Gelin şöyle değiştirelim” diye parlamento içinde herhangi bir taslak gelmedi. Böyle olunca da teklifi getirenler eksiklerini, yanlışlarını ancak komisyonlarda gördüler. Başka eksiklikler varsa da genel kuruldaki görüşmelerde görebilecekler. Sadece “istemezükle” ya da “önümüzdeki döneme bırakalım” demekle 12 Eylül ihtilâl anayasasının antidemokratik yapısı değiştirilmiş olmuyor, ömrü uzatılmış oluyor. Madem değiştirilmesi gerekiyor, imkân varken niye yapılmıyor, anlamak mümkün değil. Halbuki muhalefetin, “Gelin siz yanlış yoldasınız. Şöyle yapalım, bunu şöyle değiştirelim ki, milletimizin hayrına olsun. Anayasa daha çok demokratik olsun, özgürlükler genişlesin” demesi gerekmez mi? Ancak, bunu söyleyecek şu anda Meclis’te bir partinin olmadığı görülüyor. İşte, bu yüzden de “muhalefet boşluğu var” diyoruz. ««« Son tartışmalarda milletin gözünün önünde cereyan eden olaylara bakılırsa bu konuda ne kadar haklı olunduğu bir kez daha ortaya çıkar. Baştan beri Anayasa değişikliğine karşı olan ve “bu hükümet anayasa değişikliği yapamaz” diyen Baykal, bir manevra yaparak ya da siyasî taktik geliştirerek, paketten üç maddeyi çıkartıp, diğer maddelerin referanduma gerek kalmadan çıkartılabileceğini, paketten çıkacak üç maddenin de millete götürülebileceğini söyledi. O sırada ABD’de olan Erdoğan, “Yasal zemini varsa buna varız” diyerek karşı atak yaptı. Baykal bunun üzerine başka bir manevra yaptı, bu sefer o üç maddenin seçimden sonraya bırakılmasını istedi. Halbuki, Baykal bu teklifini sunduğu gün parti yetkilileri diğer partilerin kapısını çalıp, Baykal’ın birinci teklifini sundular. Sonrasında ise, mesele başka boyutlara kaydı gitti. Erdoğan ABD’den dönerken, Baykal’a kapılarının açık olduğunu söylerken, iğnelemeyi de ihmal etmedi. “Baykal buyursun. Kamera getirmesin, gizli kameram yok, merak etmesin” dedi. Bunun üzerine Baykal, “Umarım Başbakan açtığı kapıyı kapatmayacaktır” diye tartışmayı sürdürdü. Erdoğan buna da cevap verdi, “Sulandıran bir yaklaşım” dedi. Baykal’da son noktayı koydu, “Başbakan oyun oynuyormuş, halka anlatacağız. Başbakan sınıfta kalmıştır…” Böylece her iki taraf da uzlaşma arıyor görüntüsü verirken, sonrasında aslında uzlaşmaya değil, birbirlerini köşeye sıkıştırmaya çalıştıkları ortaya çıkmış oldu. Şu anda görülen, yeni bir oyun oynanıyor, millet de bu oyunu seyrediyor. Böylesine ciddî bir meselede bile tansiyonu düşürmek, sağduyulu olmak, meseleyi çözmek yerine bir süredir oynanan oyun tekrar sahneleniyor. Uzlaşma ve diyalog ise hak getire… Muhalefet noksanlığı ya da iktidar alternatifsizliği dediğimiz bu… Ciddî bir muhalefete her zamankinden çok ihtiyaç var. Haksız mıyız?
************************************************************************************************************************* 17.04.2010 E-Posta: [email protected] |