Şaban DÖĞEN |
|
Günahı sebebiyle Cennete girenler |
Başlık size belki de garip geldi. “Günahı sebebiyle hiç Cennete giren kişi olur mu?” diyenleriniz olmuştur. İsterseniz bunun cevabını Sevgili Peygamberimizden (asm) verelim. Birgün Allah Resûlü (asm), “Mü’minlerden günahı sebebiyle Cennete girenler olacaktır” buyurmuştu. Sahabe hayretle, “Nasıl olur ya Resûlallah?” diye sordu. Allah Resûlü (asm) buyurdular ki: “Mü’min bir günah işler. İşlediği günahı unutamaz, kalbinde bir Allah korkusu meydana gelir. Sonra da bütün samimiyetiyle Rabbine yönelir. Bu suretle Allah katında makbul bir kul olur.” Tevbenin önemi işte burada. Tevbe günahı bütünüyle terk etmek, ondan pişmanlık duymak, bir daha o günaha dönmemekle olur. İşte burada günahkâr bir kimsenin Allah katında makbul bir kul olması tevbesi sebebiyledir. Sarhoş Bişr-i Hafî’yi, eşkıya Fudayl bin İyad’ı, faizci Habib-i Acem’i makbul birer kul yapan, evliyalar sırasına sokan tevbeleri değil miydi? Kur’ân da zaten tevbenin nasıl olması gerektiğini hatırlatarak, “Ey iman edenler! Allah’a tam bir ihlâsla, bir daha dönmemek üzere tevbe edin”1 buyurmaz mı? Hiçbir günahı olmadığı halde Allah Resûlü (asm), “Allah’a yemin ederim ki, ben günde Allah’a yetmiş defadan fazla tevbe ve istiğfar ediyorum”2 buyururken bizim kaç defa tevbe, istiğfar etmemiz gerekir? Evet, her an, her saniye tevbe ve istiğfara muhtacız. Farzları bihakkın yapamadığımız, haramlardan gerektiği gibi sakınamadığımız, yer yer şüphelere dalıp mâlâyâni, boş, lüzumsuz, hatta maddî ve manevî hayatımızı zehirleyen şeylerle ömrümüzü telef ettiğimiz için. Tevvab, Gaffar, Gafûr gibi bir Rabbi olduğunu bilen, “Allah tevbe edenin tevbesini kabul eder”3 gibi müjdesi olan insana tevbe müthiş bir kurtuluş kapısıdır. Nitekim başka bir âyetinde Rabbimiz, bunun bir kurtuluş ve rahatlama yolu olduğunu şöyle bildiriyor: “Hepiniz Allah’a tevbe edin, ey mü’minler, ta ki kurtuluşa eresiniz.”4 Felâketin içinde boğulmak üzere olan bir insanın kurtulmayı düşünmemesi hiç mümkün mü? Maddî ve manevî hayatımızı mahveden kusur ve günahlarımız da böyle değil mi? Hz. Üstad’ın âdetâ bizler için yaptığı şu tevbe ve istiğfara ne kadar muhtacız: “Ey Hâlık-ı Kerimim ve ey Rabb-i Rahimim! “Senin Said [biz de kendi ismimizi zikrediyoruz] ismindeki mahlûkun ve masnuun ve abdin, hem âsi, hem aciz, hem gafil, hem cahil, hem alil, hem zelil, hem mûsî [isyankâr], hem müsinn [yaşlı], hem şaki, hem seyyidinden kaçmış bir köle olduğu hâlde, kırk sene sonra nedamet edip Senin dergâhına avdet etmek istiyor. Senin rahmetine iltica ediyor. Hadsiz günah ve hatiatlarını [hatalarını] itiraf ediyor. Evham ve türlü türlü illetlere mübtelâ olmuş. Sana tazarru ve niyaz eder. Eğer kemâl-i rahmetinle onu kabul etsen, mağfiret edip rahmet etsen, zaten o senin şânındır; çünkü Erhamür-Rahiminsin. Eğer kabul etmezsen Senin kapından başka hangi kapıya gideyim? Hangi kapı var? Senden başka Rab yok ki dergâhına gidilsin. Senden başka hak mabud yoktur ki; ona iltica edilsin!” 5
Dipnotlar:
1. Tahrim Sûresi: 8. 2. Riyazü’s-Salihîn Terc, 1:19 (Buharî’den). 3. Riyazü’s-Salihîn Terc, 1:49 (Buharî ve Müslim’den). 4. Nur Sûresi: 31. 5. Mesnevî-i Nuriye, s. 143. 01.09.2009 E-Posta: [email protected] |