Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Eğitim niye tıkandı? |
Eğitimdeki tıkanma ve iflâs tablosunun, sebep ve sonuçlarıyla birlikte çok iyi tahlil edilmesi, teşhislerin doğru yapılması ve çözüm arayışlarının da varılacak bu tesbitler ekseninde yönlendirilmesi gerekiyor. Bunun için de herşeyden önce tabuların ve yerleşik önyargıların mutlak surette terki şart. Bunların başında, eğitimin fikir, ifade ve bilim hürriyetlerine hayat hakkı tanımayan resmî ideoloji cenderesinden kurtarılması zarureti geliyor. Söylem düzeyinde “fikri, irfanı, vicdanı hür nesiller” yetiştirmekten söz edilse dahi, fiiliyatta tam tersi oluyor ve genç dimağlar giderek donuklaşan dogmalara boyun eğmeye zorlanıyor. Bu temel sorunun mutlaka aşılması gerekiyor. Son derece hayatî önem taşıyan bir diğer konu, eğitim politikalarına referans gösterilen tevhid-i tedrisatın yanlış bir zemine oturtulması. Öğretim birliğine duyulan ihtiyacın gerekçesi, Osmanlının son döneminde ortaya çıkan mektep-medrese ikiliğini ortadan kaldırarak, nesillerin ortak değerlerle yetiştirilmesini sağlamaktı. Asırlardan beri gelen köklü bir eğitim kanalı olarak klasik dinî ilimleri öğreten medresenin yeni çağda gelişen modern bilimlerden, bunları okutmak üzere kurulan mekteplerin de dinî ilimlerden mahrumiyeti, hem öğrencileri tek kanatlı hale getiriyor, hem de nesiller arasında kaygı verici bir uçurumun doğmasına yol açıyordu. Üçüncü bir kanal olan tekke de bu tabloya ilâve edilince, birbirini anlamayan, dahası birbirine kem gözle bakan nesillerin ortaya çıkma tehlikesi daha da düşündürücü boyutlar kazanıyordu. Bu tehlikeyi çok önceden fark eden bir isim vardı: Bediüzzaman. Ve çözüm bahsinde, “vicdanın ziyası” olarak nitelediği dinî ilimlerle “aklın nuru” olan modern fenleri kaynaştıracak bir eğitim modeline ihtiyaç olduğunu ifade eden Said Nursî, öğrencilerin gayret ve himmetini kanatlandıracak temel dinamiğin de ancak böyle bir modelle sağlanabileceğine dikkat çekmişti.
İdeal tevhid-i tedrisat modeli Ona göre, dinle fen ayrıldığı takdirde, sadece dinî ilimlerin okutulması taassubu, yalnızca fenlerin tahsili ise hile ve şüpheyi netice verecekti. Ve Said Nursî, medrese-tekke-mektep üçlüsünü tek potada eritecek ideal bir tevhid-i tedrisat modelinin uygulama alanı olarak geliştirip Medresetüzzehra adını verdiği üniversite projesini gerçekleştirmek için ömrü boyunca uğraştı. Bunun başlı başına kitap oluşturacak detaylarına girmeyerek sadece şu kadarını ifade edelim: Eğer bu proje, zamanında hayata geçirilebilmiş olsaydı, ne bugün hepimize büyük acılar yaşatan Güneydoğu-terör-Kürt sorunu ortaya çıkardı; ne cehalet, geri kalmışlık ve ihtilâf hastalıkları kalırdı; ne de Ortadoğu bu halde olurdu. Her köşeye yayılacak şubeleriyle Medresetüzzehra, son zamanlarda Ürdün’ün yapmaya çalıştığı ve çok da ciddî mesafeler aldığı gibi, Türkiye’yi bölge ülkelerinden ve hattâ dünyanın her yerinden gençlerin üniversite tahsili yapmak için akın ettikleri bir cazibe merkezi haline getirirdi. Ve böyle bir uluslararası üniversite, hem bölge, hem de dünya barışının köşe taşı olabilirdi. İçe dönük en önemli neticelerinden biri ise, başta vurgulamaya çalıştığımız ve bilhassa laik-antilaik çatışmasıyla kendisini gösteren “nesiller arası uçurum” tehlikesini ortadan kaldırıp, dinle barışık; din-siyaset ilişkisinde, dini siyasî tartışmaların dışında ve üzerinde tutarken siyaseti dine hizmetkâr kılacak doğru ve dengeli bir çizgiyi yakalayan; laikliği bu bağlamda demokratik bir yoruma kavuşturmuş bir anlayışı ortak payda haline getirerek iç barış ve ahengi sağlayabilirdi. Ama bizdeki tevhid-i tedrisat, dinî eğitimi tamamen ortadan kaldırıp, eğitimi bütünüyle “laik” temele bina etme şeklinde uygulandığı için, hâlâ devam eden sıkıntı ve sancılara sebep oldu. Bunun da aşılması ve çözülmesi lâzım. Dini dışlayan veya yanlış laiklik anlayışına hapsedip sınırlayan bir eğitim, sadece kaos üretir. 01.08.2009 E-Posta: [email protected] |