Şaban DÖĞEN |
|
Hiçbir hizmeti küçük görme |
Bazan küçük bir vidanın eksikliği koca bir çarkı durdurur. O halde o küçük vida küçük değil, büyüktür. İhlâsla, Allah rızası için yapılan işler de ne kadar küçük olursa olsun küçük değildir, büyüktür, önemlidir, değerlidir. Cenâb-ı Hakk’ın rızasının ihlâs ile kazanıldığı; dinleyenlerin, kabul edenlerin çokluğuyla ve fazla muvaffakiyet ile olmadığı,1 ihlâs ile bir dirhem amelin ihlâssız batmanlarla amellere üstün geldiği,2 ihlâs ve rıza-yı İlâhî yolunda zerrenin, yıldız gibi olduğu3 düşünülürse yapılan her iş büyük olur. Diyelim ki siz ihlâsla birilerine birşeyler anlattınız; Allah’tan, peygamberden, ahiretten, mukaddes şeylerden bahseden sohbetlere götürdünüz; dini, imanı, faydalı şeyleri anlatan bir kitap, bir dergi, bir gazete verdiniz. Bunlardan da ne çıkar demeyiniz. Belki ruhu, kalbi aç, arayış içerisindeki bir insanın dertlerine merhem, mânevî hastalıklarından şifa bulmasına, sıkıntılarından kurtulmasına, huzur bulmasına vesile olacaktır. Es’ad da böyle hizmeti esas almış birisiydi. Kader onu geçimini sağlamak için gittiği yurt dışında şoförlüğe talim ettirmekteydi. Ama o farklı bir şofördü. Müşterileriyle yaptığı hoş sohbetleriyle hemen gönülleri fethederdi. Arabasının torpido gözüne yerleştirdiği küçük kitapları müsait gördüğü müşterilerine verirken sıkıntılarını hafifletmeyi hedeflerdi. Sohbetlerinin odak noktasını Allah’ı, peygamberi tanıtmak, insanları ruhen rahatlatmak teşkil ederdi. Tek kelimeyle bildiği hakikatleri bilmeyenlere duyurmayı kendine görev addetmişti. Hem nasıl malı olan, zekâtını vermekteydi. O da ilminin zekâtın vermeyi kendine bir borç telakkî etmişti. Birgün arabasına, kılığı kıyafetinden hoşlanmadığı biri bindi. Ne kadına, ne de erkeğe benzetebilmişti. “Buna anlatmaya değmez” dedi kendi kendine. Gideceği yere kadar sessizce gittiler. Tam ineceği sırada içinden bir ses: “Ne yaptın sen Es’ad? Kıyamet Gününde Rabbin ‘Niçin İslâmın, Kur’ân’ın güzelliklerini bu kişiye anlatmadın?’ derse ne cevap vereceksin?” diye zihninde zonklamıştı. “Eyvah!” dedi. “Buna birşeyler anlatamadım.” Allah’tan, müşterinin verdiği para bütündü. Yanında da bozuk para yoktu. Dışarı bozdurmak için gidip geldiğinde geç de olsa bir sohbet zemini açmak istedi. “Yahu kardeşim,” dedi “Şu yerler, gökler; güneş, ay ve yıldızlar; kuşlar, ağaçlar, dağlar, taşlar, insanlar ne anlatıyorlar dersiniz? Nedir bunlar? Niçin varlar?” diye sorunca, hayretini tutamayan müşteri, “İyi ki açtınız bu meseleyi” dedi. “Ben de on beş gündür hep bunları düşünüyor, bir türlü cevabını bulamıyor; kendi kendimi ikna edemiyordum. Konuşalım isterseniz” demesin mi? Şaşırmıştı Es’ad. Kimin ne olduğu belli olmuyordu. Ruhu, kalbi aç nice insan kibrit misâlı bir kıvılcım bekliyordu. Elinden geldiği, dili döndüğünce bildiklerini bir bir anlattı. Adam hiçbir şeyin kendi kendine, tesadüfen, sahipsiz olamayacağını anlamıştı. Her şeyin bir Yaratıcının eseri olduğunu kavrayınca aradıklarına cevap bulmuş, rahatlamıştı. Es’ad ise bir gönlü rahatlatmanın huzuru içerisindeydi. Gazete hamlesine de aynı duygu ve düşünceler içerisinde canhıraş bir gayretle katılan arkadaşlarımız Nur’un bir fuarı hükmündeki gazeteyi nice insana ulaştırmanın sevinci içerisinde çalışıyorlar.
Dipnotlar:
1- Lem’alar, s. 157. 2- A.g.e., s. 159. 3- A.g.e., s. 156. 04.07.2009 E-Posta: [email protected] |