04 Temmuz 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Dergilerimiz

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

De ki: Ey insanlar, ben sizi Allah’ın azabından ap açık bir sakındırıcıyım. İman edip güzel işler yapanlara gelince, günahlardan bağışlanma ve tükenmez bir rızık onlarındır.

Hac Sûresi: 49

04.07.2009


Eski hal muhal; ya yeni hâl veya izmihlâl...

Sual: Nasıl iyilikten fenalık gelir?

Cevap: Muhali talep etmek, kendine fenalık etmektir. Zerrâtı günahkârlardan mürekkep bir hükûmet tamamıyla mâsum olamaz. Demek, nokta-i nazar, hükûmetin hasenâtı, seyyiâtına tereccuhudur. Yoksa, seyyiesiz hükûmet muhal-i âdidir. Ben öyle adamlara anarşist nazarıyla bakıyorum. Zira onlardan birisi-Allah etmesin-bin sene yaşayacak olsa, âdetâ mümkün hükûmetin hangi suretini görse, hülya ile yine razı olmayacak. şu hülyanın neticesi olan meylü’t-tahrip ile, o sureti bozmaya çalışacak. Şu halde, böylelerin fena zannettikleri Jön Türkler nazarlarında dahi, mel’un, anarşist ve iğtişaşcı fırkasından addolunurlar. Meslekleri ihtilâl ve fesattır.

Sual: Belki onlar eski hali istiyorlar?

Cevap: Size kısa bir söz söyleyeceğim; ezber edebilirsiniz: İşte, eski hal muhal; ya yeni hal veya izmihlâl...

Suâl: “Acaba daha Sultan Hamid gibi padişah tahta çıkmayacak mıdır? Eski hal olmayacak mıdır?”

Cevap: Acaba sizin şu siyah çadırmız parça parça edilip yandırılırsa havaya savrulursa o külden yeniden çadır edip içinde oturmak kâbil midir?

Suâl: “Neden?”

Cevap: Zîrâ eskiden bin adamdan yalnız onu mütenebbih iken, istibdat o dehşetli kuvvetiyle karşısmda duramadı, parçalandı. Şimdi, istibdâdın kuvveti binden bire indi; tenebbüh ve iltihâb-ı ezhân birden bine çıktı.

Suâl: “İstibdat o kadar fena birşey iken, niçin herkes bir çeşit ile onu irtikâb ederdi?”

Cevap: İçinde tefer’unun lezzet-i menhûsesi ve tahakküm ve tehevvüs-ü nemrudâne vardı.

Suâl: “Şimdi çok hilâf-ı şeriat şeyler yapılıyor”

Cevap: Bence, muhâlif-i hakîkat-i şeriat olan şeyler meşrûtiyete dahi muhâliftir, ya günahlarıdır veya ilcâ-i zarûrettir. Farzediniz, şu siyâset muhâlif olsun, yine telâşa mahâl yoktur. Zîrâ, Şeriat-ı Garrânın bin kısmından bir kısmıdır ki, siyâsete taallûk eder. O kısmın ihmâliyle, şeriat ihmâl olunmaz.

Evet, imtisâl etmemek, inkâr etmek demek değildir. Hem de, Devlet-i Osmâniyeye tâbî olan İslâmların on beş misli İslâmlar, sırf siyâset-i ecânib altındadırlar. Onların dinlerine zarar gelmez; nerede kaldı ki, şu hükûmette-Ki; Kendisi İslâm, millet-i hâkimesi İslâm; üssü’l-esas-ı siyaseti de şu düsturdur: Bu devletin dini, din-i İslâmdır; şu esası vikaye etmek vazifemizdir. Çünkü, milletimizin maye-i hayatiyesidir.

Sual: Demek hükûmet bundan sonra da İslâmiyet ve din için hizmet edecek midir?

Cevap: Hayhay! Bazı akılsız dinsizler müstesna olmak şartıyla, hükûmetin hedef-i maksadı-velev gizli ve uzak olsa bile-uhuvvet-i imaniye sırrıyla üç yüz milyonu bir vücut eden ve nurânî olan İslâmiyetin silsilesini takviye ve muhafaza etmektir. Zira, nokta-i istinad ve nokta-i istimdad yalnız odur. Yağmurun kataratı, nurun lemeatı dağınık ve yayılmış kaldıkça çabuk kurur, çabuk söner. Fakat sönmemek ve mahv olmamak için, Cenab-ı Feyyaz-ı Mutlak bize “Ayrılığa düşüp dağılmayın” (Şûrâ Sûresi: 13) ve “Ümidinizi kesmeyin” (Zümer Sûresi: 53) ile ezel cânibinden nidâ ediyor. Evet, şeş cihetten nağme-i lâteknatû (Ümidinizi kesmeyin nağmesi) eyler hurûş.

Evet, zaruret ve incizab ve temayül ve tecarüb ve tecavüb ve tevatür, o katarat ve lemeatı musafaha ettirerek, ortalarındaki mesafeyi tayyedip bir havz-ı âb-ı hayatı ve dünyayı ışıklandıracak bir elektrik-i nevvareyi teşkil edecektir. Zira, kemâlin cemâli dindir. Hem, din saadetin ziyasıdır, hissin ulviyetidir, vicdanın selâmetidir.

Münâzarât, s. 51-54, (yeni tanzim, s.124-132)

LUGATÇE:

mürekkep: Bir kaç maddeden, elemandan yapılmış.

tereccuh: Üstün olma.

seyyie: Kötülük, fenalık, günah.

meylü’t-tahrip: Tahrip etme yönelimi.

iğtişaşcı: Karıştıran, kargaşa çıkaran.

izmihlâl: Yok olma, bozulma, perişan olma.

mütenebbih: Uyanmış.

tenebbüh: Uyanış.

iltihâb-ı ezhân: Zihinlerin alevlenmesi, uyanması.

tefer’un: Firavunlaşma.

lezzet-i menhûse: Uğursuz, pis lezzet.

tehevvüs-ü nemrudâne: Nemrutçasına bir heveslenme.

04.07.2009


“İşe baştan başlamak” yahut bir okuma programı

Şeyh Said hadisesiyle hiçbir alâkası olmadığı halde Van’daki uzlethânesinden alınarak, büyük bir çoğunluğu denizlerde geçen çileli bir sürgün yolculuğu Burdur’da sona ermişti.

Nasuhîzâde Mehmet Efendi, o sıralar gördüğü bir rüyayı arkadaşlarıyla müzakere ediyor, Burdur’un bozulan mânevî havasına “nesim-i nevbahar” estirecek bir manevî şahsiyetin geleceğini hissediyordu.

Sürgün kafilesi Burdur’a vâsıl olduğunda aralarında sarıklı cübbeli bir zât vardı ki, sanki bu uzun yolculuğun yorgunluğunu ve bitkinliğini hiç yaşamamış gibi dinç ve heybetli duruşuyla dikkat çekiyordu. Nasuhîzâde Mehmet Efendi, gördüğü rüyanın tezahürünün heyecanıyla kafilenin önüne doğru atılıp “Hoş geldiniz, hocam” demişti. Demişti ama, bunun faturasını anında böğrüne yediği bir dipçik darbesiyle ödemişti. Bir sürgüne “Hoş geldin” demek de neyin nesiydi?...

Zulmün kara gözlüğü, gönüllerde yanan hakikat ışıklarını nasıl görebilirdi ki?...

Bediüzzaman, Burdurluların mekân olarak birçok tekliflerini kabul etmeyerek Divan Baba tepesindeki Hacı Abdullah Camii’nin hücresine yerleşir. Göle nazır, geniş bir manzaraya hâkim olan bu mekânda “Risâle-i Nur’un bir fihristesi, bir listesi ve çekirdeği” olarak vasıflandırdığı “Nurun İlk Kapısı” telif edilmiştir.

“O burada işe baştan başlamak istiyordu. Baştan, yani akıldan… Ama akıllar ateş hattındaydı.” (İslâm Yaşar, Said Nursî, Yeni Asya Yay., 58)

Evet, bizler de bu ateş hattındaki ter-ü taze akılları, iman hakikatlerinin siperlerine dahil etmek arzusuyla on günlük bir okuma programı için Antalya’dan Burdur’a doğru yola revan olduk. İşe baştan başlamalıydık. Zirâ, çocuklarımız daha henüz yolun başındaydılar.

Burdurlu hamiyet sahiplerinin yaptırdığı beş katlı tesislerimize bir an önce yerleştik. Bu arada Nejat Eren Ağabey de Isparta ve Burdurlu üniversiteli gençlerle bir üst katta program yapıyordu. Bahtiyar çocuklarımızla o akşam meşveret yaparak, ertesi gün başlayacağımız programımızın anahatlarını oluşturduk. Programın onlarla meşveret yaparak oluşturulmasını şahsen çok önemsiyorum. Çünkü, hep beraber ortak aklın ürünü olarak ortaya çıkan şey daha çok sahiplenilir. Ayrıca, onlarla meşveret yapmak, fikirlerini önemsemek, meşveretin güzelliklerini tattırmak, demokratik düşüncenin önünü açmak adına pek çok faydaları olacaktır.

Yıllardır birçok okuma programlarına katıldım. Fakat, Antalyalı mâsumların bu programı bana çok farklı bir lezzet-i ruhaniye hissettirdi. Çok kısa bir zamanda ezberlenen tesbihatlar, vecizeler, namaz sûreleri, hele Dördüncü Söz’ün tamamını ezberleyenler (Said ve Seyda), okunan kitaplar, yapılan dersler bir harikaydı. Böyle bir atmosferden nasıl zevk almazdı ki insan…

Ayrıca spor, gezi, piknik ve akşamları sinevizyon gösterileri programa ayrı bir renk katmıştı. Verdiğimiz araları masa tenisi oynayarak değerlendirip, akşamları uygun film ve animasyonlar seyrettik. Halı saha maçlarıyla fazla enerjilerimizi attık.

Bunun yanında, İnsuyu Mağarası’na gezi düzenleyerek, bol bol tefekkür etme imkânı bulduk. Burdur’un değerli esnaflarından Mesut Bey’in organizasyonuyla Bediüzzaman Hazretlerinin kaldığı, gezdiği mekânları gördük. İlk olarak yukarıda bahsettiğimiz Hacı Abdullah Camii’nde kaldığı mekânı ziyaret ettik. Maalesef bu mekânın bakıma muhtaç hali bizi ziyadesiyle üzdü. Mesut Bey’in, buranın kısa bir zaman sonra düzenleneceğini söylemesine çok sevindik. Zira, Bediüzzaman’ın ilk sürgün menzili olan Burdur’da bu mekânın hâtıra olarak yaşatılması gerekiyor.

Divan Baba tepesindeki bu mekândan ayrılıp, Susamlık Tepesinden Burdur’u ve Burdur Gölü’nü temâşâ ettik. Kim bilir Üstad Hazretleri bu tepeye çıkıp, halkın “Ölü Göl” dediği bu göle doğru bakıp, milletin öldürülmek istenen mânevî değerlerine dair neler tahattur etmişti?

Bu duygu ve düşüncelerle doluyken Burdur’a veda etme zamanımız da gelmişti. Antalya’ya vardığımızda liseli gençlerle yapacağımız programın hazırlıklarına başlamıştık. Bu sefer Afyon’u mekân tutup, İnşallah oradaki programımıza dair duygu ve düşüncelerimizi de paylaşmak istiyoruz.

Bu arada, Burdur’da bulunduğumuz süre içerisinde, bizlere yardım ve himmetlerini esirgemeyen vakıf kardeşimiz Ercan Kuyu’ya, Cevat Bey’e, Mesut Bey’e, Sebahattin Bey’e ve diğer hizmet erlerine binler teşekkür ediyoruz. Allah ebeden razı olsun.

[email protected]

HASAN BULUT

04.07.2009


ÜSTADIM

Kur’ân’dan ilham alıp, ırmak gibi çağlayan

Kalp ve ruhu fethedip, hemen nura bağlayan

Kendini düşünmeyip, İslâm için ağlayan

Zamanın müceddidi Üstad Bediüzzaman…

Hep ıztırapla geçti ömrün iman uğruna

Düşmedin yalan dünya tuzağına, ağına

İhlâs ile damganı vurdun kendi çağına

Kur’ân’ın dellâlısın Üstad Bediüzzaman…

Kırıldı direkleri, küfre attın neşteri

Nurları okuyunca, herkes olur müşteri

Aklı olan, düşünür gelecekteki yeri

Ahiret habercisi, Üstad Bediüzzaman…

Hür yaşadın, hürriyet senin ekmeğin, suyun

Devirler geçti hep, hiç değişmedi huyun

Dünya bu sesi dinler, duyun sağırlar duyun

Kur’ân’ın tercümanı, Üstad Bediüzzaman

Oyunlara aldanıp, nefsin peşine takıldık

İmandaki huzuru, risâlelerle tanıdık...

İştirak-ı a’mâl ile nicelere katıldık

İhlâsın zirvesinde Üstad Bediüzzaman…

Kusurluyuz, bu yola aczimizle girdik

Dinimizi bizler, hep yanlış bilirdik

Yanılmadık bir defa sana Üstadım dedik

Garib-i âhirzaman, Üstad Bediüzzaman…

CELÂL YALÇIN

04.07.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.