Ali FERŞADOĞLU |
|
Uzayda canlılar var mı? |
İnsanoğlu, gayb/metafizik âleminin sakinlerini hep merak etmiştir. Özellikle ruhanî varlıklardan meleklerin nasıl varlıklar olduklarını, ne iş yaptıklarını, niçin yaratıldıklarını ve onlarla irtibat kurmanın mümkün olup olmadığını sorgulamıştır. Sonsuz kudret, ilim, hikmet gibi isim ve sıfatlar sahibi Yüce Yaratıcı, sayısız varlıkları yokluk karanlıklarından çıkararak her birisine değişik özellikler, güzellikler takmıştır. Bunun yanında maddî âlemden rakamlara sığmayacak kadar çeşitli varlıkları yarattığı gibi, kudret ve hikmetinin gereği nur, esîr gibi ruha yakın ve münasip diğer ince akışkan maddeleri de hayatsız, donuk/cansız, şuursuz bırakmamış, onlardan da çeşitli türler halk etmiştir. Nur maddesinden (görünmeyen, lâtif, maddî olmayan enerji boyutlarından), karanlıktan (siyah enerjiden), esîr maddesinden, mânâlardan, havadan, hatta kelimelerden hayat ve şuurlu varlıklar inşâ edilmiştir. Hayvanların pek çok cinsi gibi pek çok çeşitli ruhânî varlıkları da o akışkan lâtif maddelerden yaratıyor. Onların bir kısmı melek, bir kısmı da ruhanî ve cinler olmak üzere sayısız cinslerdir.1 Bu perspektiften bakıldığında, yaratılan varlıklar temelde şöyle tasnif edilir: 1- Ruhanîler, 2- Cismanîler/bedenliler. Ruhanîler üç sınıfa ayrılırlar: a- Melekler, b- Cinler, c- Şeytanlar. Cismaniler de üç kısımdır: a- İnsanlar, b- Hayvanlar, c- Bitki ve sair cansızlar.2 Ruhanilerden, yani nurdan (çok ince enerji boyutlarından) yaratılan melekler, tamamen ulvî duygularla donatılmış, “akıllı, şuurlu,” fakat nefissiz, lâtif varlıklardır. Cinler, “nefis, idrak ve irade” sahibi, bizim gibi imtihana tabi tutulmuş, düşük yoğunluklu, “ışınsal” yaratıklardır. Şeytanlar ise, baştan ayağa “süfliyattan, siyah enerjiden” var edilmiş habis ruhlardır. Hayvanlara sınırlı “nefis” takılmış, sevk-i İlâhî’yi alacak kadar çok düşük seviyede “akıl, idrak” melekesi verilmiş, “vicdan ve irade” verilmemiştir. Bitki ve sâir camit (cansız) varlıklar da gayet düşük yoğunluklu hayat, ruh ve hislerle donatılmıştır. Her türüne uygun birçok duyu, duygu ve organ vererek, “sevk-i İlâhî” denen ilhamı alacak bir öz verilerek, görevine münasip ceset giydirilmiştir. Birçok âyette ve hadislerde melekler teferruâtlı olarak anlatılmıştır. Melekleri ispat, aklen mümkündür. Melekler çok lâtif, ışınsal, lâtif/nurânî varlıklardır. Dolayısıyla ruhanî varlıkları anlayabilmek için önce maddeyi tanımlamamız lâzımdır. Mekânda yeri olan ve zamanla uyum sağlayan her şey maddedir. Modern fizikte mekân, 1, 2, 3’üncü boyutlar sistemi olarak da biliniyor. Ruh, “emir” âleminden, gözle görülmeyen, kulakla işitilmeyen, yani beş duyu organımızla algılanamayan, ancak akılla kesin olarak anlaşılan ve mahiyeti hakkında pek az bilgi sahibi olduğumuz, fakat varlığını, fonksiyonlarını kesin olarak hissettiğimiz bir cevherdir. Nurun en şiddetli, en ince, en keskin, en lâtif kısımlarından, çeşitli enerji merhalelerinden, daha doğrusu enerji boyutlarından olan ruh, insan ve kedi kulağının algıladığı dalgalar, ultrasonik, radyo, TV, radar, şerare, hareket dalgaları, renk, morötesi, röntgen (x) kozmik ışınlar ve tesbit edilemeyen daha nicelerinden çok daha lâtif bir cevher, bir özdür. İnsan, kâinatın bir hülâsası, küçültülmüş şekli olduğuna göre, kâinatta bulunan bütün dalga boylarından süzülmüş bir cevherdir de diyebiliriz. Şüphesiz ki, hem maddî, hem de akıl gözümüzle görüyoruz ki, yeryüzünde bile hayat şartlarına münasip yaşayan değişik canlılar vardır... Denizin içinde, eksi veya artı yüksek derecelerde, hem hava, hem su içinde yaşayan canlılar... İnsanlar karada, havadar yerlerde yaşayabilirler. Ama boğazlarına kadar girdikleri denizin içinde, gölde, suda yaşayamazlar. Şu hâlde, şöyle bir genellemeye varamayız veya varmayız: “İnsan canlıdır. Suda yaşayamaz. Öyle ise suda hiçbir canlı yaşamaz!”
Dipnotlar: 1- Sözler, s. 468. 2- Bünyamin Ateş, Peygamberler Tarihi, Yeni Asya Gazetesi Neşriyatı, İst., 1990, s. 21. 18.06.2009 E-Posta: [email protected] [email protected] |