Türkiye’de “Böyle bir hadise olamaz” diyebileceğimiz bir şeyin kalıp kalmadığına karar veremiyoruz. Beş yıl önce, on yıl önce yaşansa yeri yerinden oynatabilecek hadiseler, günümüzde ‘sıradan’ olaylar olarak değerlendiriliyor.
Ergenekon soruşturması ve sonrasında ortaya çıkan ilişkilerden bahsettiğimizi tahmin etmişsinizdir. Gazeteciliği kimselere bırakmak istemeyen, sadece kendi yaptıklarını ‘gerçek gazetecilik’ olarak sunan bir anlayış, yaşanan çirkinlikleri perdelemek için gayret sarfediyor. Bunca sürpriz gelişmeler olurken, onlar işin magazin yönüyle ilgileniyorlar. Yok efendim, anlı-şanlı kişiler nasıl tutuklanırmış. Yok efendim ‘ömrünü devlete hizmet için adayan kişiler’ hiç darbeci-marbeci olur muymuş?
Bir defa sözkonusu ‘anlı-şanlı’ isimlerin ne ölçüde ömürlerin devlete hizmet için adadıkları da tartışmalı. Daha doğrusu vaktinde ve zamanında o kişilerin ‘iş’ler, attıkları adımlar araştırılıp tartışılamadığı için bu hallere gelindi. Bütün meslek hayatları yanlıştan yanlışa savrulmakla geçen, her adımda milleti küçümseyen, millete tepeden bakan ve ‘dağlar benim emrimde’ tavrını sergileyen o kişiler kendilerini ‘başarılı’ diye lanse edip tanıtmışlar. Gerçekten başarılı olup olmadıkları tartışma imkânı bile verilmiyor.
Ayrıntılar bir yana bırakılacak olursa, Ergenekon soruşturması esnasında tutuklananların ekserisinin ‘cemaziyel evvelleri’ de pek parlak değil. Bir kısmının kökleri 27 Mayıs 1960 darbesi ve sonrasında yaşanan hadiselerle de anılıyor. Yani darbecilik bir çoğunun ‘gen’lerine yerleşmiş...
Son bir iki ayda özellikle de ‘akredite olmayan’ medya vasıtalarında yayınlanan röportajlar ve ‘özel haberler’ topluca göz önünde bulundurulursa Türkiye’nin çok ciddî badireler atlattığı anlaşılır. Öyle haber, açıklama, ifşaat ve röportajlar okundu ki bu noktadan sonra her şeyin ‘eskisi gibi’ olmasına ihtimal yok. Velev ki bütün tutuklular hilelerle salıverilmiş olsun!
Yaşanan sürpriz gelişmelerle ilgili dikkat çekici değerlendirmeler de yapılıyor. Taraf’da yayınlanan askerle iş dünyası ve medya patronları arasında yaşanan akıl almaz ilişkileri yorumlayan Hasan Cemal hadiseyi şöyle özetlemiş: “Bu ülkede hukukun gerçekten hukuk olabilmesi için, demokrasinin gerçek demokrasi olabilmesi için, askerin ‘devlet içinde devlet’ olmaktan çıkarılması bir önkoşuldur.” (Milliyet, 12 Şubat 2009)
Bu ‘ön şart’a bir ‘son şart’ daha ilâve etmek lâzım: Ülkemiz hür ve demokrat bir ülke ise ya da öyle olmak istiyorsa ‘söz milletin’ olmalıdır. Bunu temin etmenin yolu da millet olarak haklarımıza sahip çıkmamış, ‘doğru’ları yapmaları için siyasetçileri zorlamamız gerekiyor.
Tabiî bunun için de siyasetçiler “Bu doğruları yapmam için beni zorla” diyecek cesaret ve ferasete sahip olması gerek. Beş vakit bunun için duâ etsek yeridir...
15.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|