İnsanda akıl bulunduğu, kalbi fonksiyonunu icra ettiği, vicdanı dengesini yitirmediği, ruhu bozulmadığı, hissiyâtı aktif olduğu sürece neye bakarsa baksın Yaratıcısının varlığını, birliğini, ilmini, kudretini, hikmetini, rahmetini görecek, Ona olan ihtiyacını her an hissedecek, Ondan uzak kalma gafletine düşmemek için gayret sarf edecektir.
Evet, ruhen, kalben, aklen Ondan uzak kalma büyük bir gaflettir. Var oluş sebebini bilmemektir. İnsan nasıl olur da, güneşin ışığı, ısısı güneşi gösterdiği gibi, Yaratıcısının kâinat fuarında zerre zerre sergilediği varlık, birlik, kudret, rahmet delillerini görmezden gelir? Havaya, suya, güneşe muhtaç olduğu kadar her an Ona muhtaç olduğunu nasıl düşünmez? Kaldı ki hayatımızın devamı için gerekli olan her şey de Onun.
Bir âyetinde, “Onlara içinde yaşadıkları âlemin her tarafında, gerekse kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz…”1 buyurur Rabbimiz.
Aslına bakılırsa bu âyetleri, delilleri, mucizeleri körler dahi görür. Her şey o kadar güçlü mesajlar sunar ki işitmemek için kulakları tıkamak dahi yetmez.
Sadece sayısız yıldızlar içerisinde küçücük bir gezegen olan dünyamızı, yakıtsız, gürültüsüz, patırtısız, yolunu şaşırttırmadan, çarptırmadan saniyede otuz kilometre hızla döndüren Yaratıcının sonsuz ilim ve kudretini anlamamak için ancak akıldan istifa etmek gerek.
Bunca delilleri es geçen, görmezden gelen, gaflete düşen insan ne zaman ki sıkıntıda kalır, bir derde düşer, içinden çıkılmaz problemlerle karşılaşır, işte o zaman Rabbini hatırlar; büyüklüğünü, kudretini, her an, her yerde hâzır bulunduğunu, her an Ona muhtaç olduğunu hisseder. Kur’ân, “İnsana bir zarar dokunduğunda, yatarken, otururken ve ayakta iken, her halinde Bize niyaz eder. O zararı kendisinden kaldırdığımızda ise, sanki başına gelen zarar yüzünden Bize duâ eden o değilmiş gibi geçer gider”2 buyurarak insanın bu duygusuzluğunu anlatır.
Yine Kur’ân, böyle nankör bir insan tipinden, “Sizi karada ve denizde gezdiren Odur. Hattâ siz gemilerde bulunursunuz da, o gemiler hoş bir rüzgârla akıp gider, yolcuları da onunla ferahlanırlar. Derken bir fırtına çıkar, her taraftan dalgalar onlara hücum eder—öyle ki, kendilerini dalgalarla kuşatılmış sanırlar. O zaman bâtıl inançlarını terk edip ihlâs ile Allah’a yönelirler ve ‘Bizi bundan kurtarırsan and olsun ki şükredenlerden olacağız’ diye duâ ederler. “Onları kurtardığımızda ise, yeryüzünde haksız yere taşkınlıklara girişiverirler”3 diye söz eder.
Peki, ya onun yaptıkları yanına kâr mı kalacak? Âyetin devamında Cenâb-ı Hak, “Ey insanlar, taşkınlığınız kendi aleyhinizedir. Az bir zaman dünya hayatından faydalanırsınız; sonra dönüşünüz Bizedir. İşleyip durduklarınızın âkıbetini o zaman size bildiririz” buyurarak insanın yaptığı hiçbir şeyin yanına kalmayacağını da anlatır.
Dipnotlar:
1- Fussılet Sûresi: 53.
2- Yunus Sûresi: 12.
3- Yunus Sûresi: 22-23.
17.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|