“Zahirî musibetler altında ve neticesinde inayet-i İlâhiyenin çok tatlı neticeleri var.”1
Bu, musibete düşenleri rahatlatıcı cümle Tarihçe-i Hayat’ta yer alıyor. Önceki yıllarında milletin gözdesi olmuş, omuzlar üstünde tutulan, fakat dönem değişikliği sebebiyle serapa fazilet olan hareketleri suç görülüp 28 senelik hayatı, zindan, sürgün, göz hapsi gibi hayattan bıktıracak şekilde nice sıkıntı ve ıztıraplarla geçen, eserin muhterem müellifi Bediüzzaman Hazretleri sıkıntılı hapishane günlerinde talebelerine yazdığı mektupta bu cümleye yer veriyordu.
İnsan haklı olabilirdi. Ama haksız olarak zindanlara dahi atılabilirdi. Böyle anlarda musibete takılıp “Ah vah!” etmemeli, hemen inayet-i İlâhiyenin, yani Allah’ın yardımını düşünmeli, bu tatlı sonuçlarla teselli bulmalıydı.
Evet, musibetlerde rahmet ciheti vardı.2 Önemli olan gülün dikenlerine takılıp kalmayıp mütebessim tomurcuklarını olduğu gibi musibetlerdeki rahmet izlerini de görebilmeliydi.
Her şeyden önce Hadid Sûresinin 22 ve 23. âyetlerinde dikkat çekildiği gibi yeryüzünde vuku bulan ve başımıza gelen herbir musibet yaratılmadan evvel bir kitapta yazılıydı. Öyleyse insan kaybettiği şeye üzülmemeli, birşey kaybettiğinde de şımarmamalıydı.
Bu âyet insanı rahatlatmaya yetiyordu. Çünkü kâinatta hiçbir şey tesadüfen, rastgele, kendi kendine olmamakta; aksine sineğin kanadını, ağacın yaprağını oynatmasına varıncaya kadar her şey Allah’ın izni ve takdiri sonucu gerçekleşmekteydi.
Madem her şey takdirleydi. Ve bu takdiri rahmeti, ihsanı, ikramı ve hikmeti sonsuz olan Allah yapmaktaydı. O halde Ona güvenmeli, teslim olmalıydı. Bizi bizden daha çok seven Rabbimiz bizim kötülüğümüzü nasıl isterdi?
O bizi olgunlaştırmak istiyordu. Bir çekirdeğin binlerce meyve veren ağaç hâline gelebilmesi için toprak altına girip o ıslak, karanlık âlemde kalıp kabuğunu çatlatıp filiz vermesi gerekiyordu. Yoksa toprak altına girmeden, çile çekmeden ağaç hâline gelmesi mümkün değildi.
Cennete lâyık hâle gelebilmek, orada yüksek mertebelere erebilmek için de dünya denilen imtihan salonunda manevî bir kısım eğitimlerden geçmek, bir kısım zorlukları üstlenmek gerekiyordu. Çile çekmeden saadete erilmezdi.
O halde ilk bakışta musibet gibi görünen olaylar sonuç itibariyle musibet olmaktan çıkıyor, rahmete dönüyordu. Demek her musibette bir cihet-i rahmet vardı. Demek o musibetler altında inayet-i İlâhiyenin çok tatlı neticeleri bulunuyordu.
Dipnotlar:
1- Tarihçe-i Hayat, s. 432. 2- Sözler, s. 665.
09.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|