Risâle-i Nur’un dilini diline dolayanlar okuyanlar değil nedense… Sanki başka bir coğrafyada yabancı bir dille yazılmış bir eser Risâleler de sadeleştirilsinmiş, hatta tercüme edilsinmiş!
Kur’ân’la karılmış bir medeniyete köprü bir dile dil uzatmak saflıktan ziyade insafsızlık taşıyor. Düşünce zenginliği, duygu derinliği, dil estetiğini bilmeme sığlığından doğuyor densizlik…
Şırıl şırıl berrak akan bir ırmak Risâle dili… Hikmet dağlarından kar beyaz duruluğunda akan bir ırmak… Hakikatin kâinatla hayata aktığı coşkun bir çağlayan… İçinde sükûn rüzgârlar esen sakin bir liman… Kur’ân’dan ve kâinattan mesel ve derslerle dolu bir umman…
Barla’da billur bir damlayla başladı bu Kur’ân kaynaklı, Kevser kokulu ırmak; bugün okyanusları aştı kıt'a ötelerini suladı, sıla toprağına çevirdi aktığı toprakları… Kelimeleri, kavramları, kalpleri kavzadı, zihinleri zapt etti, ruhları fethetti… Yirmiyi aşkın dünya diline çevrildi…
Gülleri, karanfilleri, leylakları suladı sessiz ve derin akışında… Gün yüzünde görünmeyişi garipsendi, küçümsendi kimilerince, o sade ve duru akışını sürdürdü yine de… Yetiştirdiği kudsîler ordusu baharın borazanlığına hazırlanıyor artık… Atık ve artıklara karışsaydı akar mıydı böyle?
Kim sade ki kimi sadeleştirecek? İçinde okyanusların kaybolduğu damlayı bir kaba nasıl sığdıracaksınız? Kalp frekansını yakalamadıkça kelimeleri, kavramları karıştırmak ne işe yarar? Sen sadece kalbini aç, o su seni sulayacaktır. Susuzluğunun farkında değilsen dilin de dönmez, aklın da anlamaz. Sus ve suyun sesini dinle, gönlün derinliklerinden gelen şırıltı ile buluşmasını bekle…
“Karşımda müthiş bir yangın var, alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum.”
Anlamayan var mı? Su kızıl yangınlara karşı çağlıyor; dil bu kadar duru, mânâ bu kadar derin ve diri olur.
“İman hem nurdur, hem kuvvettir. Hakikî imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir.” Anlamadım diyenler koşsun meydana… Heyhat meydan boş…
Loşlukta gezenler lâkırdı yapıyor sadece, alaca akşamlarda dili dışarıda bırakanlar boşluğa konuşuyor…
O sadedir siz kendi bulanıklığınıza bakın. Sesi, suyu rengiyle bu toprakları bahar renklerine boyayan ve deniz ötelerine akan Kur’ân soluklu, Kevser kokulu iksirin Türkçe yazılması azımsanacak ve küçümsenecek değil şükredilecek bir nimet. Çapsız ve kapsız bakış, sahibini küçültür; siz dilini dilinize dolaya durun, o Himalaya’ları aştı, Alp’lerden geçti… Bundan sonraki zaman suları onun rengiyle ve kokusuyla akacak, köprü olduğu medeniyeti yeryüzüne yerleştirecek…
Derinliği enginlikle buluşturan duru dili bundan olsa gerek; geçmişi bugünüyle geleceğe taşımak… Evet, sadece sade olmayı becerebilmek bile çok şeylerde anlaşmayı kolaylaştıracak… İhtiyacımız olan sadeleştirmeden önce sadeleşmek…
06.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|