Tecellî; belirme, bilinme, görünme, bir anlamda yansıma anlamındadır. Esmâ tecellisi ise, İlâhî kudret ve sırların insanlarda ve nesnelerde görünmesi, Cenâb-ı Hakkın güzel isimlerinin kâinatta ve insanda zahir olmasıdır.
Aslında Esma-i Hüsna’nın tecellîsi tam olarak yansıma değildir. Binlerce perdelerden geçtikten sonra gölgelerinin yansımaları şeklinde düşünülmeli. Sonsuz isim ve sıfat sahibinin sonsuz olan isim ve sıfatlarının tecellileri sadece bir cilve, bir gölge, bir göstergedir.
Gölge, zâtın, varlığın negatif tek boyutlu bir aksidir. Onun bir boyutlu şeklinden başka bir özelliğini yansıtmaz. Gölge böyle olursa, Esmâ-i Hüsnâ’nın gölge ve cilvelerini de bu kıyasla anlayabiliriz. Elbette, bu misaller Onun sıfatlarını anlayabilmek içindir, yoksa mahiyetlerini kavrayamayız. Çünkü, kendi ruhunu ve ruha takılmış olan ilim ve akıl gibi sıfatların mahiyetlerini kavrayamayan insan; sonsuz sıfatların mahiyet ve özelliklerini elbette bütünüyle kavrayamaz. Sadece cilvelerini seyreder ve varlıklarını anlar.
Dolayısıyla misâl, gölge, işâret, cilve, âyine ve tecellîde de batmamak, boğulmamak gerekir. Misaller, cilveler sadece Allah’ın kudret, azâmet gibi sonsuz sıfatlarını anlamak, akla yakınlaştırmak içindir. Meselâ, otomobillere far takılır. Bu onların gözü olsun. Far, göze yalnızca bir misâldir. Yoksa mahiyet ve fonksiyon açısından hiçbir cihette göze benzemez.
Aynen onun gibi, insana takılan göz de, Allah’ın basar sıfatına bir misâldir. Hiçbir cihette, Basır-ı Mutlak olan Allah’ın görme sıfatına benzemez.
Cilve, akarsuda Güneşin yanıp sönen parıltılarıdır. Bu parıltılar, Güneşten haber verir. Ama, Güneşin ne ısısını, ne çekim gücünü taşırlar.
Tecellî, bir san'atkârın san'atının eşyada tezahürüdür diyebiliriz. Meselâ, ressamın san'atı kâğıda; mobilya ustasınınki ağaca tecellî etmiş. O tecelliler, sanatkârın bütün özelliklerini, mahiyetini taşımaz. Tecellî başka bir şey, hakikî san'at başka bir şeydir.
Bir kitapta âlimin ilmi, bir yapıda mimarın sanatı, bir mobilyada marangozun san'atı tecellî eder. Kitap ilmi, yapı ve mobilya san'atı gösterir. Ancak ne kitap, içinde bütün özellik ve mahiyetiyle âlimi bulundurur; ne de yapı ve mobilya sanatkârını...
Âyine de buna benzer. Bir insanın aynadaki görüntüsü, görünüşten başka hiçbir mahiyeti tutmuyor. Ayine, esas varlığın aynısı değil, ölüdür. Onun görünüşten başka hiçbir özelliğini taşımaz. İşte bütün varlıklar, Cenâb-ı Hakkın isim ve sıfatlarının bir âyinesidir. Aynadaki görüntü nerede, hakikî mahiyet nerede!
Sâir bütün isim ve sıfatlara da bu ölçü ile yaklaşmalı, atomdan galaksilere kadar yansıyan, görünen, cilvelenen cihetleri görebilmeli, okuyabilmeliyiz.
06.03.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|