Evren Paşanın sürpriz çıkışıyla yeniden gündeme gelen "eyâlet sistemi", değişik mahfillerde konuşulmaya, tartışılmaya devam ediyor.
Aynı konu, eyâlet sistemi, bölge valiliği, yerinden yönetim, adem–i merkeziyetçilik, yerel parlamento gibi muhtelif isimler altında geçmişte de defalarca gündeme geldi ve üzerinde hararetli tartışmalar yapıldı.
Kenan Paşanın, yeni bir yapılanmaya doğru "Bugün olmazsa yarın, öbürgün, ama mutlak sûrette bir gün geçilecek" diyerek ortaya kendisinden hiç beklenilmeyen bir fikir atması, ortamı bir anda elektriklendirmeye yetti.
Bazıları bu fikre şiddetle karşı geliyor ve geçmişte vargücüyle desteklemiş olduğu Evren Paşayı da yerden yere vuruyor. Böyle yapmakla, aynı zamanda bir vatanperverlik görevini ifâ ettiğine inanıyor... Bir başka kesim ise, Kenan Paşanın geçmiş hallerini bir kenara bırakarak, onun bugün için ne dediğine bakıyor.
Esasen, doğru olan yaklaşım tarzı da budur. Ne kadar fenâ ve fâni olsa da, bir kimsenin "güzel ve doğru" bir sözü varsa, o söz, sahibinin kişiliğinden bağımsız olarak da ele alınıp değerlendirilebilmeli.
Dünkü yazımızda, Kenan Paşanın bu meyandaki son çıkışını bir başka zâviyeden bakarak yorumlamıştık.
Bugün ise, aynı meselenin tarihî boyutuna paragraf açmak istiyoruz.
Osmanlı'da durum
Hiç şüphesiz ki, Osmanlı'nın genel yönetim tarzı içinde "eyâlet sistemi" apayrı bir yer tutuyordu.
Sonradan vilayet (il) ismini alan eyaletler, yukarıdan aşağıya doğru sancak, kazâ, nâhiye ve köy yerleşim esasına dayanıyordu.
Eyaletin başında ise, hem askerî, hem de mülkî idareden sorumlu olan valiler bulunurdu. Valiler de, hukuk otoriteri olan kadıların verdiği fetvâlara, cevazlara göre hareket ederlerdi.
Eyaletin başında bulunanlar, zamanla değişik isimler de almışlarsa da, eyâlet merkezine daha ziyade Beylerbeyi, Mirimirân, Vezir gibi üst kademelerde hizmet etmiş tecrübeli bürokratlar tâyin edilirdi.
Bir arada "Paşa Sancağı"da denilen ve ağırlıklı olarak Anadolu ve Rumeli'de bulunan eyaletlerin yanısıra, geniş Osmanlı coğrafyası içinde bir de farklı statüde bulunan eyaletler de vardı: Meselâ Mısır, Bağdat, Yemen, Basra, Habeş, Tunus, Cezâyir, Trablusgarb eyâletleri gibi...
Başlangıçta daha az sayıda olan eyaletler, yükselme devri sonlarında (1600'lü yıllarda) sayı itibariyle arttı ve ortaya 30'dan fazla eyalet çıktı.
İşte, doğrudan padişahın otoritesine bağlı olan ve beylerbeyi tarafından yönetilen Osmanlı'daki diğer eyalet isimleri: Anadolu (Ankara, Kütahya), Rumeli (Edirne, Sofya, Manastır), Rum–i Sağir (Amasya, Sivas), Bosna (Saraybosna), Karaman (Konya), Dulkadir (Maraş), Şam (Dımaşk), Gelibolu, Kıbrıs (Lefkoşa), Trabzon, Halep, Kars, Van, Budin, Tameşvar, Çıldır, Erzurum, Şehrezor, Diyarbekir, Musul.
Günümüzde eyalet
Günümüz dünyasında da eyâlet sistemini uygulayan ülkeler var. Bunların başında da ABD ve Almanya gibi gelişmiş ülkeler geliyor.
Bu iki ülkenin eyalet sistemi, Osmanlı'dakine büyük ölçüde benziyor. Bunlara, Osmanlı'nın günümüz versiyonu demek de mümkün.
Üstad Bediüzzaman, Meşrutiyet döneminde de bu konuya değinmiş ve Prens Sabahaddin Beyin "adem–i merkeziyet" fikrini "güzel, fakat zamansız" bulduğunu ifade etmiştir.
1911 baskılı Nutuk isimli eserinin ilk sayfalarında yer alan "Prens Sabahaddin Beyin sû–i telâkki olunan güzel fikrine cevap" diyerek yazılan bu mektupta, "Teşebbüs–i şahsi ve hiss–i rekabet"in medeniyet makinasının buharı olduğunu beyan eden Üstad Bediüzzaman, bu iş için zamanın henüz erken olduğunu, ancak hükümetin şimdiden teşebbüsata başlamasının da gerekli olduğunu hatırlatmıştır.
Evet, herşeyin bir tek merkezden idare edildiği bir yönetim biçimi, tıkanmaya ve hantallaşmaya mahkûmdur.
Dolayısıyla, bölünmeye yol açmayacak bir "yerinden yönetim" yapılanmasına gidilmesi gerekiyor. Bunun için, teşkil edilecek olan yerel parlamentolara güvenilmesi icap eder. Vatandaşa güvensizlik duygusu ile, günümüz dünyasında ileri gitmek zorlaşmıştır; daha da zorlaşacak gibi görünüyor.
GÜNÜN TARİHİ 06–12 Mart 1925
Gazete kapatma furyası
D oğu bölgelerinde patlak veren Şeyh Said hadisesi sebebiyle, İstanbul'daki gazete ve dergiler kapatılmaya başlandı.
Kapatmanın hukukî dayanağı, Takrir–i Sükûn Kànunu.
Gazetelerin kapatılmasına karar veren merci ise, Bakanlar Kurulu.
İşte, Bakanlar Kurulu kararıyla 6–12 Mart tarihleri arasında kapatılan gazete ve dergilerden bazıları: Tevhid–i Efkâr, İstiklâl, Son Telgraf, Aydınlık, Sebilürreşad ve İkaz.
* * *
Adı geçen gazete ve mecmualar sadece kapatılmakla da kalmadı, bunların sahip ve nâşirleri de mahkemeye sevk edilerek çeşitli cezalara çarptırıldı.
İstiklâl Mahkemesinde yargılananlardan biri de Sebilürreşad'ın sahibi Eşref Edip Fergan'dı.
Mayıs 1925'te tutuklanan Eşref Edip, Elazığ'da karanlık odalarda, böcek ve haşeratın içinde hapsedilerek, katmerli bir cezaya çarptırıldı.
* * *
Kapatılan mevkutelerden biri de, Velid Ebüzziya tarafından neşredilen Tevhid-i Efkâr gazetesiydi.
Yanda 24 Temmuz 1923 tarihli nüshasının birinci sayfasını gördüğünüz Tevhid-i Efkâr, Lozan Antlaşmasının imzalanmış olmasını "Sulh bayramı" şeklinde tarif ediyor.
Bu da gösteriyor ki, Tevhid-i Efkâr, hem Ankara hükümetini destekliyor, hem de diğer kapatılanların çoğu gibi Millî Mücadele taraftarı bir gazetedir.
Buna rağmen, Şeyh Said hadisesi bahane edilerek, bu gazateler kapatıldı ve sahiplerine ağır cezalar verildi.
Maksat, hürriyetin sadâsını susturmak ve tek parti diktasını yaygınlaştırmak.
Nitekim, bu tarihten sonra sadece mevcut hükümetin meddahı, yalakası ve şakşakçısı olan gazeteler neşriyat yapabildi. Diğerlerin hemen tamamı, yaklaşık 20 sene müddetle susturulmuş oldu.
06.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|