Okullar nasıl güvenli olur?
Okul güvenliği, özellikle gelişmiş toplumların önemli sorunlarından biridir. Kendini bulunduğu ortamda güvende hissetmeyen bireylerin etkin öğrenmeyi sağlaması oldukça güçtür. Bununla birlikte okulları güvenilir hale getirecek çalışmalar henüz sonuçlandırılmış değildir. Okuldaki şiddet olaylarında okulun iç ve dış etkenleri ve okul büyüklüğünün etkisi büyüktür. İleri düzeyde problem davranışlara sahip öğrencilerin oranı, okul mevcudunun yaklaşık % 5' ini oluşturur ve görülen sorunların yarısı bu % 5’lik grup tarafından ortaya çıkarılır.
Okulda güvenlik yaklaşımını açıklamak için Kontrol teorisi, Okul iklimi teorisi, Sosyal çözülme teorisi dikkat çekmektedir. Şiddet olaylarının temelinde aile ve kültürel değerlerin çocuklara yeterince aktarılamamasının, okulun sağlıklı ve açık bir iklime sahip olmamasının ayrıca toplumun ve ailenin güvenli hale getirilememesinin, etkili olduğu öne sürülmektedir. Okul güvenliği, öğrencinin, öğretmenin ve diğer görevlilerin okula gitmek için evden ayrılıp tekrar eve dönene kadar geçen aşamaları (okul yolu, okul içi ve sınıf) kapsamaktadır. Güvenliğin boyutlarına bakarsak: Akran istismarına karşı güvenlik, sağlık, temizlik, psikolojik güvenlik, her türlü şiddet ve istismara karşı güvenlik, kazalara ve tabiî afetlere karşı güvenlik vb.
Okul ortamını güvensiz yapan pek çok faktör vardır. Öğrenci başarısızlığı, cezalandırma sistemleri ve bu konudaki tutarsız yaklaşımlar, öğrencilerin kendi kontrollerini sağlayacak bir yapı oluşturulmaması güvensizliği artırır. Öğrencilerin, yönetimin ve öğretmenlerin kuralları tam olarak uygulamaması ya da farklı algılaması, bazı davranışların görmezden gelinmesi ve öğrencilerin kuralları dikkate almaması da sorunları beraberinde getirmektedir. Okuldaki kaynakların doğru kullanılmasının teşvik edilmesi ve bireysel eğitimin desteklenmesi gerekmektedir. Şiddete uğramış ya da şahit olmuş çocuklar sinirli bir yapıyla kendilerini ifade etmeye çalışabilirler. Bu durumda onlara nasıl yaklaşılması gerektiği doğru analiz edilmelidir.
Okulun güvenliliğinin ölçülmesi
ile İlgili farklı standartlar mevcuttur
Okul güvenliği birbirine bağlı pek çok faktörü içerdiği için okulun güvenli olması ile ilgili kesin sonuca varmak oldukça güçtür. Yöneticiler ve öğretmenler etkin iletişim teknikleriyle, öğrencilerin güvenini sağlayacak programları yine öğrencilerle de görüş birliğine vararak belirlerler. Okulun dış çevresinin (fiziksel) güvenli hale getirilmesi sağlanır. Özellikle gelişmiş ülkelerde gerek aileler ve öğrenciler, gerekse okul yönetimi bu konuya büyük önem vermiş ve Ulusal Okul Güvenliği Merkezi (NSSC–2004) gibi kurumlar oluşturulmuştur. Okul güvenliğini ölçme standartları farklılık gösterir. Anketlerle ve yüz yüze görüşmeyle öğretmen ve öğrencilerin okulu güvenli bulup bulmadıkları sorulur. Okulda o eğitim-öğretim dönemindeki disiplin suçu, uzaklaştırma ceza sayısı, okul yönetimine bu yönde gelen şikâyetler, emniyetin okul güvenliği ile ilgili istatistik bilgileri, yararlı olmaktadır.
Güvenli okulda öğrenciler, yönetim, öğretmen ve veliler işbirliği içindedir. Bütün öğrencilere eşit yaklaşılır ve etkili rehberlik desteğiyle öğrencilerin sorunlarına daha çabuk çözüm üretilebilir. Öğretmenler öğrencilere güvendiklerini ve onların da kendilerine güvenebileceklerini hissettirirler. Karşılıklı bilgi alış verişi sağlanır ve görülen aksaklıklar dile getirilir. Okulda bir öğrencinin şiddet konusundaki şikâyetini, diğer öğrencilere deşifre etmemek gerekir. Kendisine ispiyoncu, gammaz, yalancı, korkak gibi lakaplar takılan hiçbir öğrenci gördüğü olayları yönetime iletmeyecektir. Bu sebeple gizlilik, güven kazanmada gereklidir. Güvenlik ile ilgili sorunlarda nasıl davranılması gerektiği araştırılmalı, gerekli bilgi ve doküman hazırlanmalıdır. Ambulans, yakın hastahaneler, resmî kurumlar, ilk yardım servisi, polis merkezi, itfaiye ve veli telefon numaraları ulaşılabilecek bir yerde bulundurulmalıdır.
Okuldaki kameralar kişilik
gelişimini kontrol altına almamalıdır
Günümüzde özel okullar başta olmak üzere eğitim kurumlarında kameralar güvenlik amacıyla kullanılmaktadır. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki okuldaki kamera sistemleri çocuklar üzerinde bir güvensizlik duygusu oluşturmaktadır. Kamera önünde farklı davranan öğrenci, diğer ortamlarda daha farklı davranabilmektedir. Sınıfa kamera konulması, öğrencinin gerçek kişiliğini yansıtmasını engellemektedir. Ebeveynlerin istekleri üzerine kameralı sisteme geçen okullar bu kameraları okul giriş çıkışlarına ve koridorlarına yerleştirmektedir. Bu sistemleri çok fazla abartmamak gerekir. Aynı zamanda okulun fiziksel yapısı ve güvenliği göz ardı edilmemelidir. Okul tuvaletleri, merdivenler, sınıflar, koridorlar, okul araç gereçleri güvenlik açısından sık sık kontrol edilmelidir. Bu araçların nasıl daha verimli kullanılabileceği uygulamalı olarak anlatılmalı, öğrencilerin bilgi ve beklentileri de dikkate alınmalıdır.
Okul yolunda güvenlik tedbirleri hayatî önemdedir. Okul yolunda çocukların dikkatini dağıtan pek çok etken vardır. Onunla birlikte okula gidip, yolda nelerle karşılaştığı araştırılmalı ve bunlarla ilgili çocukla konuşulmalıdır. Okul çantalarının bol sayıda reflektörlü emniyet şeridi ve turuncu kırmızı uyarı alanları bulunmalıdır. Bu alanlar sürücülerin çocukları fark etmesini kolaylaştırır.
Sağlıklı okul için beslenme
güvenliği de sağlanmalıdır
Çocukların gerek okul içinde gerekse okul dışında sağlıksız ürünleri almaması sağlanmalı, bu ürünlerin zararları anlatılmalıdır. Öğrencilere harçlıkları haftalık olarak ve belirli bir limitte vermekte fayda vardır. İstanbul Kantinciler Esnaf Odası’nın İstanbul’da 2 bin veli ile görüşerek yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre, velilerin % 40,4’ü okul kantinlerinde satılan gıdaların sağlıklı olmadığını düşünüyor. Velilerin % 84,4’ü çocuklarının kantinlerinde satılan fast food ürünlerini, asitli içecekleri tüketmesini istemiyor. Bazı özel okullarda çocuklar, okul içindeki harcamalarını para yerine parmak izi sistemi ile ödemektedir. Veliler belirli bir limiti öğrencinin hesabına yüklüyor ve çocuklarının alışverişine müdahale edebiliyor.
Okulların daha güvenli hale getirilmesi ile ilgili herkese görevler düşmektedir. Bu kapsamlı konuya genel hatlarıyla değinmeye çalıştık. Güvenli okullar oluşturmak uzun zaman gerektiren bir süreçtir. Bu süreci doğru değerlendirmek ve işbirliğini ön plana çıkarmak gerekmektedir. Güvenli okullarda, başarılı bir gelecek yetiştirebilmek dileğiyle!
Yararlanılabilecek Kaynaklar:
• T.Jansen. ‘Güvenli Okul Yolu’, Brühl Belediyesi-Almanya, Temmuz 2002. • Işık, Halil. ‘Okul Güvenliği: Kavramsal Bir Çözümleme ‘’, Sayı 164, Millî Eğitim Dergisi, Güz 2004.
|
Mustafa OĞUZ
06.03.2007
|
|
AB'liler mutlu, ya biz?
Reuters’in yahoo.com’da yayınlanan haberine göre, Avrupa Komisyonunun yaptırdığı bir araştırma, Avrupa Birliği vatandaşlarının ortalama % 87’sinin hayatlarından oldukça memnun olduklarını, bu rakamın Danimarka’da % 97’ye çıktığını ortaya koydu. Ortalamayı % 87’ye çeken ise AB’-nin çiçeği burnunda üyesi Bulgaristan’dan gelen cevaplar oldu. Çünkü Bulgaristan vatandaşlarının % 55’inin hayatlarından memnun olmadığını, diğer tabirle % 45’nin hayatlarından memnun olduklarını ortaya çıkardı. Aslında “Eurobarometer”in “Avrupa’nın sosyal gerçekleri” isimli araştırması Kasım ve Aralık ortalarında yapılıyor ve bu oranlar pek yakalanamıyor, hayattan, iş hayatından ve emeklilik hayatından memnuniyet düzeyi bu kadar yüksek çıkmıyordu.
Aralık ayında yapılan bir başka araştırmada ise, İspanyolların yüzde 79’u, Türklerin yüzde 62’si kendilerini mutlu hissediyor. Türkiye’de ise kendini mutlu hisseden en çok insan İzmir’de yaşıyormuş. Demek ki Bulgarlarla aramızda fazla bir fark yok.
Avrupalıları böylesine mutlu, bizleri mutsuz kılan nedir dersiniz? Açıkça söyleyelim, “hayat biçimimiz!” Evet, evet, yanlış duymadınız! Biz, hayata bakış açımızdaki temel değerleri kaybedeli mutsuzluğun kollarında mışıl-mışıl uyutuluyoruz. Her şeyiyle kendini kaybeden bir kuşaklarız biz; inançlarını, sahip olduğu her türden değerlerini kaybeden kuşaklar. 40’larda doğanların 60 ihtilâli kuşağını, 50’sinde doğanların 68 kuşağını, 60’ında doğanların 78 kuşağını, 80’lerde doğanların 28 Şubat kuşağını oluşturup, Kemalizm’den komünizme, faşizmden siyasal İslâm’a değin, bir zaman sonra tümden kaybolacak ideolojik akımların cazibesiyle allak bullak olan hayatlardan sizce de mutluluk çıkar mıydı hiç? Kendisi olamamış, kendi hayatına kendi özgür iradesiyle yön verememiş, güdülmüş, itilmiş, kakılmış kuşakların yaralı çocukları da ciddi bir psikolojik yara bere içinde hayata merhaba demediler mi? Babalarının gençlik yıllarında yedikleri pilav üstü kuru fasulye artık genç kuşakların midesini bozmaya başladı bile.
Bizi ortaçağ mutsuzluk krizine iten “kendimiz olamayışımız” kısacası. Modern hayatı süsleyip-püsleyerek diye bize dayatanların oluşturduğu girdaptan kurtulamayışımızın bir başka adıdır mutsuzluk. 1999’da çevrilen “Fight Club” (Dövüş Kulübü) filminde iyi bir ev ve iş sahibi olan genç bir adamın, tüm bunlarla bir türlü mutlu olamayışı ve sonunda kendi benliğinden ikinci bir karakter çıkararak bir tür “anarşi örgütü” kurması anlatılıyordu. Filmin “filozof” aktörü Tyler Durden (Brad Pitt), örgütün üyelerine şöyle sesleniyordu: “Reklâmlar bizi arabaların ve giysilerin peşine düşürdü; nefret ettiğimiz işlerde çalışıyoruz, ihtiyacımız olmayan şeyleri satın alabilmek için... Biz tarihin üvey evlâtlarıyız. Ne amacımız var, ne yerimiz. Biz ne bir büyük savaş yaşıyoruz, ne de büyük buhran. Bizim savaşımız ruhsal bir savaş; bizim büyük buhranımız, kendi hayatlarımız. Televizyonla büyütüldük ve bir gün hepimizin milyonerler, film yıldızları veya rock starları olacağına inandırıldık. Ama olmayacağız ve bu gerçeği yavaş yavaş öğreniyoruz ve feci şekilde asabımız bozulmuş durumda...”
Bugün, TV’lerde gençlere gelecek vaadiyle yapılan “popstar” türü programlarda ya da yerli dizilerde de bunlar vaat edilmiyor mu? Mutsuzluk; tıpkı ekonomik, siyasal, askerî, kalp krizi gibi, insanî bir kriz aslında... Bize göre, AB’lileri mutlu kılan, bizleri mutsuz yapan ortamları ve süreçleri değiştirmedikçe mutlu olma şansımız hiç olmayacak. Hem sonra, “mutluluk toplum çoğunluğu için olduğunda mutluluktur.” Yoksa mutlu azınlıklar türetirsiniz. Bu da yeni kaoslar demektir. Kısacası, bizi makineler, evler hanlar, hamamlar, teknoloji, internet, kişi başına düşen GSMH miktarı değil, bizi, ancak kendi değerlerimize sahip olduğumuzda ortaya çıkacak sahiplenme mutlu edecek. Bunu da buradaki karanlığı aydınlattığımız zaman bulabileceğiz. Çünkü değerleri burada kaybetmiştik!
|
B. Sait ÇİFTÇİ
06.03.2007
|
|
Eğitim dünyasından haftaya bakış
• Sözleşmeli öğretmenler, kadrolu öğretmenlere uygulanmakta olan temel, hazırlayıcı ve uygulamalı eğitim programlarına alınacak. Millî Eğitim Bakanlığı Personel Genel Müdürü Remzi Kaya yaptığı yazılı açıklamada, sözleşmeli olarak istihdam edilen öğretmenlerin hizmet sözleşmelerinde, “”Personel, sözleşmenin imzalandığı tarihten itibaren 1 yıl içinde meslekî eğitime tabi tutulur”” hükmü bulunduğunu hatırlattı. Bu hüküm doğrultusunda, sözleşmeli öğretmenler, kamu görevinin gerektirdiği bilgi ve becerilerin kazandırılması, Türk Millî Eğitim sisteminin genel amaç ve temel ilkeleri, millî eğitim mevzuatı ile öğretim yöntemleri, tutum ve davranışları ve benzeri yönlerden yetiştirilmeleri amacıyla meslekî eğitime alınacaklar. Kadrolu öğretmen bulunmadığı durumlarda ise yalnızca sözleşmeli öğretmenler için de eğitim programları düzenlenebilecek.
• Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan, yükseköğretim programlarındaki kontenjanların artırılmasının, Yükseköğretim Strateji Raporunda önerilen “ortaöğretimi bitirme sınavı” kadar önemli bir konu olduğunu belirtti. Prof. Dr. Yarımağan, yükseköğretim strateji raporunda önerilen ortaöğretimi bitirme sınavının yapılması halinde seviye sınavı yerine sadece sıralama sınavı yapacaklarını ifade ederek, sınava başvuru sayısında da azalma olacağını böylece farklı sınav yöntemlerinin de kullanılabileceğini söyledi.
Yarımağan, “Herkes ortaöğretim bitirme sınavını başaramayacağı için, Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sistemi’ne (ÖSYS) başvuranların sayısında azalma olacak. Ortaöğretim bitirme sınavı bazı adayların üniversite sınavına başvurmasını engelleyecek” dedi. Millî Eğitim Bakanlığının yapacağı bu sınavın çoktan seçmeli test sorularından oluşması halinde bugünkünden çok büyük farklılıklar getirmeyeceğini ifade etti. Ortaöğretim bitirme sınavının, öğrencilerin değişik yeteneklerini ölçen bir sınav olması gerektiğini savunan Yarımağan, sınavın objektifliğinin ve değerlendirilmesinin nasıl yapılacağının da çok önemli olduğuna dikkat çekti.
• Milli Eğitim Bakanlığınca (MEB), 20 bin ilköğretim okul müdürüne “Okul Yönetimini Geliştirme Programı” (OYGEP) kapsamında eğitim verilecek. MEB İlköğretim Genel Müdürlüğünce başlatılan program kapsamında, “değişim yönetimi”, “iletişim”, “eğitim liderliği”, “bir insan olarak müdür”, “yönetimde ahlâkî ve sosyal sorumluluk”, “bilgi ve iletişim teknolojileri” ve “yenilenen ilköğretim müfredatı” konuları ele alınacak. Eğitim programı, bütün illerden seçilen yüksek lisans, doktora derecesine sahip okul müdürü ve müfettişlerden oluşan formatörler tarafından gerçekleştirilecek.
• YÖK Başkanı Erdoğan Teziç tarafından Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e 27 Şubat akşamı sunulan “Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi” raporunda, yeni kurulan 15 üniversitenin öğrenci ve öğretim üyesi sayılarına yer verildi. Buna göre, söz konusu üniversitelerde meslek yüksekokulları da dahil olmak üzere toplam 87 bin 870 öğrenci eğitim görürken, bu öğrencilere profesör, doçent ve yardımcı doçent unvanlı öğretim üyesi kadrosunda bulunan 858 akademisyen ders veriyor. Öğretim üyelerinden 89’u profesör, 64’ü doçent, 705’i de yardımcı doçent ünvanını taşıyor. Yeni 15 üniversitede görev yapan 858 öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı, YÖK’ün yeni üniversitelere itirazının gerekçesi olarak ortaya çıkıyor. Buna göre, yeni üniversitelerde bir öğretim üyesine 102 öğrenci düşüyor.
|
06.03.2007
|
|
İnsanın kimliği dilinin altında saklıdır
Düşünceler akıllı konuşan kişilerin elinde değer kazanır (Balzac). Düşüncelerinde inat ve şiddet, aptallığın en açık belirtileridir (Bernard Barton). Eğer kekeme değilseniz, söylemek her zaman kolay, yapmak her zaman zordur (R. Lewton). İki şey aklın eksikliğini gösterir: Konuşulacak yerde susmak, susulacak yerde konuşmak (Sadi). Düşünmeden konuşmak, nişan almadan ateş et-meye benzer (İngiliz Atasözü). Bazı konuşmacılar konuşurken ellerini nereye koyacaklarını bilemezler. En iyisi elleriyle ağızlarını kapamalarıdır (T. Gonzaga). Söylemek bir şey, yapmak da başka bir şeydir (Montaigne). Size istediğim şeyi yaptırmamın tek yolu, size istediğiniz şeyi vermektir (Dale Carnegie). İçinden ders çıkarılabilen veya tecrübe kazandıran konuşma daha farklıdır (A. Comte). Susmak, dayanılması çok güç bir cevaptır (Chesterton). Konuşmak bir ihtiyaç ise, dinlemek de bir san'attır (Goethe). İyi bir konuşmacı başkaları konuştuğunda sıkıcı gelen bir konuyu cazip hale getirip herkesin dinlemesini sağlayandır (Çiçero).
|
06.03.2007
|
|
Akıl vergisi
Dostlarında biri, Fransız kralı 15. Lui’ ye: ‘Majesteleri’ demiş. ‘Akıl vergisi almayı hiç düşündünüz mü? Hiç kimse budalalığı kabul etmeyeceğine göre, herkes böyle bir vergiyi seve seve öder.’ Kral, alaylı alaylı gülerek: ‘Hakikaten enteresan bir fikir’ cevabını vermiş. ‘Bu buluşunuza karşılık, sizi akıl vergisinden muaf tutuyorum.’
|
06.03.2007
|
|
Gerçeğe inanmak
Mahkemede bir cinayet dâvâsı görülüyordu. Adamın katil olduğu kesindi, bunu gören dâvâlı avukatının aklına bir şeytanlık geldi. ‘Bayanlar baylar. Hepinize bir sürprizim var’ diyerek saatine baktı: ‘Tam bir dakika sonra, müvekkilim tarafından öldürüldüğü iddia edilen kişi bu mahkeme salonundan içeri girecek.’ Bunun üzerine hâkim, seyirciler, bütün kafalar mahkeme salonunun kapısına döndü. 1 dakika geçti ve hiçbir şey olmadı. Bunun üzerine avukat: ‘Bakın’ dedi. ‘Ortaya bu iddiayı attım ve hepiniz heyecan içinde kapıya bakıp 1 dakika boyunca beklediniz. Bu gösteriyor ki gerçekten ortada bir ölü olduğuna ve dolayısıyla müvekkilimin katil olduğuna sizler tamamıyla inanmış değilsiniz.’ Ve bu sözün ardından hâkim kararını açıkladı ve adamı suçlu buldu. Avukat şok içinde: ‘Ama nasıl olur? Az önceki gösteriden hepiniz etkilendiniz. Hepinizin kapıya baktığını gördüm!’ Hâkim: ‘Ama müvekkiliniz kafasını çevirip hiç bakmadı!’
|
06.03.2007
|