Süleymaniye Külliyesi’ni gezerken, rehberimiz, 1926 yılında İtalya’nın San Romeo şehrinde vefat eden son Osmanlı Padişahı Sultan Vahdettin’in mezarının olduğu bölümü de gösterdi. Son dönem Osmanlı padişahlarının torunlarından bazılarının mezarlarının da içerisinde bulunduğu bu küçük mezarlık, sadece Türk ziyaretçilere özel olarak açılıyormuş. Mezarlığın bakım ve tadilat masrafları da Türkiye tarafından karşılanıyormuş. Burayı koruyan ve bakımını yapan Türkmen, bize ilginç iki olay anlattı. Birincisi, Sultan Vahdettin vefat ettiğinde, Suriyeliler Vahdettin’in naaşını istemişler. Ama İtalyan hükümeti borçları olduğu sebebiyle naaşı vermemişler. Daha sonra Suriyeliler Vahdettin’in borçlarını ödeyerek, naaşı Şam’daki Süleymaniye Camii ve Külliyesi’ndeki bu yere defnetmişler. İkinci ilginç olay ise, eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Şam ziyaretinin birinde Vahdettin’in kabri başına gelerek, yarım saat kadar kalmış ve ağlamış. Ağladığında yanında Türkmen’den başka kimse yokmuş.
Muhyiddin-i Arabî Camii ve Türbesi:
İsmi, Ebu Bekir Muhammed bin Ali olup, İbn-i Arabi ve Şeyh-i Ekber lâkaplarıyla meşhur olmuştur. Dini ihya eden mânâsında Muhyiddin ismini de almıştır. Ünlü mutasavvıf, 1165 yılında Endülüs’teki Mürsiyye kasabasında doğmuştur.
Mükemmel bir dinî ve fennî ilim tahsili yapan Muhyiddin-i Arabî Hazretleri, kendisinden yüzlerce sene sonra ortaya çıkacak olan telgrafın çalışma tekniğini bildirmiştir. Yüzyıllar sonra Edison’u dahi “üstadım” demek mecburiyetinde bırakmıştır. Fatih Sultan Mehmed Han’ın İstanbul’u fethedeceğini ve Yavuz Sultan Selim Han’ın Şam’a geleceğini keşif yoluyla haber vermiştir.
Şeceret-ün-Numaniyye fi Devlet-il-Osmaniyye isimli eserinde; “Sin Şın’a gelince, Muhyiddin’in kabri ortaya çıkar” buyurdu. Muhyiddin-i Arabî Hazretleri Şam’da, bir grup kimseye; “Sizin taptığınız, benim ayağımın altındadır” dedi. Orada bulunanlar bu sözü anlayamadılar ve 1240 yılında 75 yaşında iken Şeyhi şehit ettiler. Halk onu Şam’da bir yere defin etti ve büyüklüğünü anlayamadıkları için de kabrinin üzerine çöp döktüler. 276 yıl sonra Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim Şam’a girdiğinde “Sin Şın’a girince benim kabrim ortaya çıkar” sözünün ne demek olduğunu anladı ve araştırarak Hz. Muhyiddin’i Arabî’nin kabrini buldu. Çöpleri temizleterek, kabrin üzerine güzel bir türbe, yanına cami ve imaret yaptırdı. Ayrıca Şeyh Muhyiddin’in vefatından önce ayağını yere vurarak; “Sizin taptığınız benim ayağımın altındadır” buyurduğu yeri tesbit ettirip, orayı kazdırdı. Orada küp içinde altın çıktığı görüldü. Bundan “Siz, Allah’ü Teâlâ’ya değil de, paraya ve altına tapıyorsunuz” demeyi kasdettiği anlaşıldı.
Bu ziyaretimizin ardından Hz. Mevlânâ Halid-i Bağdadî’yi ziyaret edecektik, ama kabrinin Şam’ın varoşlarında ve yollarının dar olmasından otobüsün oraya giremeyeceği için gidemedik. Kabre, ancak küçük arabalara binerek gidilebilinirmiş. Ziyaretimizi yapamasak da Mevlânâ Halid-i Bağdadî Hazretlerini tanıtmak amacıyla kısaca hayatını anlatalım.
Mevlânâ Halid-i Bağdadî Hazretleri:
M.1779 (H.1224) yılında Irak-Süleymaniye’nin Karadağ kasabasında doğmuştur. Zamanın ünlü hoca ve âlimlerinden eğitim görmüş, Arapça ve Farsça nazım ve nesirdeki üstünlüğü ile en önde gelen belâgat âlimleri seviyesine yükselmiştir. Mevlânâ Halid (k.s.) dinî ilimlerin yanı sıra matematik, geometri, astronomi ve coğrafya tahsil eder. Hicrî 1224 yılında Hindistan’ın Cihan Abad şehrine giderek, orada Şeyh Abdullah Dehlevî Hazretlerinin mürşitliğinde Nakşibendî tarikatının eğitimine girer. Kısa süre sonra “irşad icazeti” alarak beş tarikata halife olur. Daha sonra Bağdat’a yerleşerek burada on yıl kaldıktan sonra Şam’a yerleşir. Kaldığı her yerde, kalabalık insan gruplarının izdihamı içerisinde bir çok âlim ve emir onu ziyarete gelir. Gelenleri çeşitli ilmî konularda yetiştirmeye çalışır ve irşad eder. Miladî 1827 (H.1242) yılında Şam’da vefat eder ve buraya defnedilir.
BUSRA:
Şam’ın yaklaşık 130 km. kadar güneyinde, Ürdün sınırına yakın bir bölgede olan Busra şehri Hıristiyanlığın önemli merkezlerinden birisi. Romalılar zamanında yapılmış olan antik anfitiyatro ile, Selçuklular döneminden kalan han ve hamamlar şehrin görülmesi gereken yerlerindenmiş.
Busra asıl anlam ve önemini Peygamberimizin bu beldeyi şereflendirmesiyle kazanmaktadır. Hz. Muhammed (a.s.m.) 12 yaşında iken amcası Ebu Talip’le bu beldeye gelmiş. Busra'da yaşayan Bahira adındaki bir rahip, Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberlik nişaneleri taşıdığını amcasına anlatmış. Rahip Bahira’nın Peygamber Efendimizin (a.s.m.) peygamber olacağını keşfettiği manastır, hâlâ ziyarete açıkmış.
Selâhaddin-i Eyyubi
Tarihteki büyük komutanlardan Selahaddin-i Eyyubî 1137 yılında doğdu. Haçlı seferlerine ilk karşı koyan büyük kumandan, Haçlı orduları tarafından işgal edilen Kudüs’ü 1187 yılında yeniden fethetmiştir. Selahaddin-i Eyyubi, İslam dünyasında yetişen, ama Batılılarca da takdir edilen büyük bir kahramandır. Gerek Doğulu, gerekse Avrupalı kalemler tarafından hayatı, kahramanlığı, zaferleri, hoşgörüsü ile en çok merak edilen ve bu vesileyle romanlara, hikayelere, filmlere konu olan nadir tarihî şahsiyetlerden birisi bu büyük hükümdardır. Selahaddin-i Eyyubî’nin mezarının bulunduğu türbe Emeviye Camii yanında bulunuyor. Aynı türbe içerisindeki diğer mezar ise, eşine aitt.
Ayrıca Selahaddin-i Eyyubî türbesinin avlusunda, 1914 yılında Filistin’de uçakları düşen ve ilk hava şehitlerimiz olan Fethi Bey, Sadık Bey ve Nuri Bey’in mezarları bulunmaktadır.
Devam edecek
|