Gözümüzden sakınırız onları. Kontrol bizim elimizdeyken, emniyette olduklarına yürekten inanırız. Elbette imkânımız nispetinde bütün güvenlik tedbirlerini almak gerek minik meleklerimiz için. Prizleri kapatmak, pencerelere, dolaplara emniyet kilitleri takmak ve daha bir çok tedbir… Çünkü anne babalar olarak ellerimize korunmasız bir şekilde “emanet” edilmiş güzelliklerdir onlar. Gönüllerimizi, gözlerimizi okşarlar sevimli halleriyle… “Emanet” olduklarını unuttuğumuzdan mıdır ki, bazen de “Mülkün asıl sahibi sen değilsin” sırrını hatırlatırcasına gözümüzün önünde, eli elimizdeyken kayıp giderler, sımsıkı tuttuğumuz halde…
Tıpkı şimdilerde cennet kuşu olan minik Dilara gibi…
Yüreğim buruk düşündüm, annesinin elinden tutmuş yolda yürürken, ağzı kartonla kapatılan kanalizasyon kuyusuna düşen cennet kuşu minik Dilara’nın acılı anne babası ne haldedir acep?
Konunun hukukî boyutları, cinayet olarak yorumlanabilecek ihmal tarafları bir yana, Dilaracık ya da onun yaşlarında sonsuzluk âlemine geçen minik melekler, zaten mutluluk cıvıltılarıyla cennet bahçelerinde dolaşmaktalar. İmanın verdiği nurla, kesret âleminin karanlık perdeleri arkasındaki bu gerçeği hadisler ve âyetler o kadar güzel tasvir ediyor, karanlık perdeleri aydınlatıyor, acılı yüreklere öyle tesirli bir merhem oluyor ki…
Sözgelimi, Bediüzzaman Hazretlerinin âyet ve hadislerin yorumuyla kaleme aldığı “Çocuk Taziyenamesi” eseri, bu konuda alanında bir şaheser… Evlâdı şu ya da bu sebeple vefat eden anne babaların dağlanan yürekleri bu eserdeki hakikatlerle sessiz ve derinden şefkatle, hikmetle tamir ediliyor…
Yine Risâle-i Nur’larda Peygamberimizin mucizelerinin anlatıldığı 19. Mektub’ta da, minik meleklerimizle ilgili müjdeli ve hikmetli şöyle bir olay anlatılıyor:
Bir adam Peygamberimizin (a.s.m.) yanına gelerek biricik kızının yakındaki derede öldüğünü, onu oraya attığını anlatır üzgün ve ağlamaklı. Peygamberimiz onun bu halinden etkilenerek “Hadi gel, oraya gidelim!” der. Beraberce kızın öldüğü yere geldiklerinde, Peygamberimiz ismiyle kızı çağırır ve “Anne babanın yanına gelmek ister misin?” diye sorar. Minik melek cevap verir: “Hayır, ben onlardan çok daha hayırlısını buldum!” (Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s. 155)
Kur’ân’dan öğrendiğimize göre Hz. Yakub da,(a.s.) kardeşlerini kuyuya atarak canına kastedip, gömleğini “Kurtlar parçaladı” diye getiren çocuklarını dinlediğinde şefkat elemine karşı, “En iyi koruyucu Allah’tır. Merhametlilerin en merhametlisi de Odur” (Yusuf Sûresi, 64.) duâsını yapmamış mıydı?
Evet, dünya fanî ve ayrılıklar geçici. Asıl mekânımız başka bir âlem. Ve elbette bir gün hepimiz aynı meydanda buluşacağız…
Minik melek Dilaracığın anne ve babasına Rabb-i Rahimimiz, sabr-ı cemil ihsan eylesin… Dilaracığı ahiret âleminde onlara şefaatçi yapsın…
Ne yapalım, kazaya rıza ve kadere teslim olmak İslâmın bir şartı. Ve zaten mülkün asıl sahibi de O.
Bahar gibi…
Medyanın televizyon, sinema, çizgi filmler ve aklınıza gelebilecek her yolla bütün gücüyle pompaladığı mesajların başında cinsellik, şiddet ve tüketim geliyor…
Bu yayın politikasının meyveleri gençlerin üzerinde o kadar bariz görünüyor ki.
Gençleri özellikle de hemcinslerimi dikkatle takip ediyorum… Kişilik ve kimlik bunalımının en yoğun yaşandığı bu dönemde genç kızlar çoğu zaman ya Amazonlar gibi bıçkın kabadayıları ya da yalancı cennet hurileri gibi podyumlarda süzülen mankenleri andırıyorlar… Delikanlılar da hakeza… Âleme nizam vermeye çalışan Kurtlar Vadisinin Polat Alemdar’ıyla, hayatın her türlü lezzetini tatmak isteyen Club Reina gençliği arasında sarkacın iki ucu gibi aşırı uçlarda seyreden bir gençlik…
İnsan Nasreddin Hocayı hatırlamadan edemiyor. Hoca yazın sıcağından, kışın soğuğundan şikâyet ederken, “Sen de hiçbir şeyden memnun olmuyorsun!” diyen dostlarına, “Bahara bir şey diyen var mı canım?” diye cevap vermiş ya…
Gördüğünüzde ruhunuza bahar mevsimini hatırlatan gençlerimiz de var elbette. Dememiz o ki, gönül onların sayılarının daha da artmasını arzu ediyor…
Netice itibarıyla, hangi halde yaşarlarsa yaşasınlar, gençlerimizden mesulüz. Onlar hepimizin çocukları hükmünde. Ama olaylar gösteriyor ki, hem aile kurumunda, hem de eğitim sistemimizde çok ciddî bir boşluk var ve acilen doğru şekilde düzeltilip, doldurulmayı bekliyor…
Sistem alarm vermeye devam ediyor, sesi kulaklarımızda…
Aslında çözüm de uzakta ve zorda, bilinmedik değil. Sırtımızı döndüğümüz değerlerimizde, köklerimizde...
04.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|