Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 26 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Hakan YALMAN

Zerreler neden titreşir?



Hayat, anlamını yaratılış gayesi ile uyumlu şekilde ele alındığında buluyor. Fert çevresindeki her şeyi Rabbi ile irtibatlandırdığında, varlığa yüklenen anlam o kadar farklı bir hal alıyor ki yaşadığınız her halin ve her saniyenin anlamlı olmasının getirdiği güzellikle yaşanan bir hayat elbette çok daha anlamlı ve yaşanmaya değer bir anlam ifade ediyor.

Varlığın temel yapı taşı olduğu düşünülen zerrelere yüklenen anlam ve onların anlaşılması, gerek bilimin, gerekse insanlığın en önemli problemlerinden biri olagelmiş. Belki de, zerre anlamlı hale geldiğinde bütün varlıkların da anlamlı olacağı düşüncesi ile bu problem insanlığın gündeminde çok farklı bir yerde ve farklı bir önemde gözleniyor.

Tahavvülat-ı Zerrat isimli eserinde Bediüzzaman, zerrelerin titreşimini kudret kaleminin kâinat kitabının yazılması esnasındaki hareketinde, zerre anlamını ifade eden kaleminin ucu şeklinde muhteşem bir tanım yapıyor. Sırf bu tanım çerçevesinde algılanan varlık tablosunda, çevrenizdeki her şeyin kudret kalemi ile çiziliyor olduğunu bilmek şeklindeki varlık algısı, ferdi her an kudret kalemi ve Rabbi ile irtibatlı hale getiriyor. Bu sadece ferdin dünyasının oluşturduğu varlık algısı ve benlik tanımı açısından bakıldığında bile çok güçlü bir hakikat.

Diğer taraftan 24. Mektupta kâinatın Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) kabul edilmiş bir duâsı olduğunu ve kâinatın yaratılış maksadının ya da sebebinin bu güçlü dua ve o duâya amin diyen mü’minler olduğunu ifade ediyor. Bu duâ sonsuz bir mutluluğun duâsı. Bu duâ Rabbi’nin güzel isimlerini hissetme duâsı. Bu anlamda ele alındığında hayatın gerçek güzelliği ve anlamı da bu arayışlarla ortaya çıkıyor olmalı.

Bu iki mânâyı kendi hayal dünyamda birleştirdiğimde, varlık âleminin tanımı ile ilgili olarak beni çok etkileyen bir tanım ortaya çıktı. Bu bir hissedişin paylaşılması olduğundan bir delil ya da mantık, bilim zemininde bir isbat arayışının çok gerekli olmadığını düşünüyorum.

Şimdi Âlemlerin Rabbi ile Âlemlere Rahmet olarak gönderdiği zatı (a.s.m.) Mi’raç’ta kâb-ı kavseyn durumunda hissetmeye çalışalım. Bu iki kavis mânâsının ortasında kâinatı ve bütün varlıkları hayal edelim. Varlığın Hazret-i Muhammed (a.s.m.) tarafından Rabbi’ne yönelik algılanışında sanki zerrelerin titreşimi o mübarek ağızdan çıkan “saadet-i ebediye” ve Âlemlerin Rabbi’nin güzel isimlerine mazhariyet duasının titreşimine dönüşüyor. Kâinat Sultanı’ndan bu âleme doğru yönelen boyutu ile yani melekut âleminden, mülk âlemine yönelen şekli ile kâinat, Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ve onun duâsına çok gür bir sada ile amin diyenlerin duâsını kabul ettiğini, kâinat şeklinde ya da kâinat sesi ile ifade edişinin titreşimine dönüşüyor. İşte zaman ve mekân sınırlılığının dışına çıkılabilme imkânı olsa ve varlık, Kâinat Sultanının, en seçkin muhatabı (a.s.m.) ile görüşmesi esnasında karşılıklı muhabbetlerin dile getirilişindeki mukaddes mânâların maddî âlemde karşılığı olan seslerin titreşiminin, zerrelerin titreşimi şeklinde algılanan bir kâinat tablosu müthiş bir varlık algısı oluşturuyor.

Bu durumda elinizde tuttuğunuz bir bardak, Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) Rabbi’ne yönelttiği bir sevgi ifadesine dönüşüyor. Bedeniniz ve çevrenizdeki bütün varlıklar Rabbinizin bu muhabbet ifadesine mukabelesinin ve bunu kulların alanına mülk olanların seviyesine inmiş olarak ifade etmesi esnasında yani kevnî olarak ifade esnasındaki titreşime dönüşüyor. Dokunduğunuz ve algıladığınız her şeyin gerisinde Hazret-i Muhammed’in duâsının sıcaklığını hissetmek ve Rabbiniz’in o duâya mukabelesinin kudsî sesi ile zerrelerin titreştiğini algılamak çok güçlü bir varlık algısı.

Zerrelerin bu mânâda titreştiğini algılayan ve bunu ruhunda gerçekten hisseden ferdin dünyasında hayatın sıkıntılı ve anlamsız olabileceği herhangi bir an ya da varlıkla bağında olumsuz bir yön bulunabilir mi? Varlığı, Rabbi’nin elçisi (a.s.m.) ile görüşmesine şahitlik olarak algılamak, ruhları zerreler gibi titreten ve tarifi imkânsız hayat enerjisi veren bir hal olmalı.

26.02.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (19.02.2007) - Tevhid nazarı ve birlik ruhu

  (12.02.2007) - Allah’ı doğru tanımak

  (06.02.2007) - Medeniyetler ve sınırlar

  (29.01.2007) - İnsanlık tarihinin sabahı

  (22.01.2007) - Helâket ve felâket asrı

  (15.01.2007) - Asrın en büyük ihtiyacı: Doğruluk

  (18.12.2006) - Veda etmenin en güzel sebebi

  (11.12.2006) - Güzel görmek, güzel düşünmek

  (04.12.2006) - Buluşma camide olmuştur

  (27.11.2006) - Hizmetin dünyaya ve mânâya yönelişi

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004