Kâinatı ve bütün varlıkları nasıl istemiş ve dilemişse öyle yaratan Cenâb-ı Hakkın küllî bir irâdesi vardır. İrâde sıfatı, Allah’ın subutî sıfatlarından birisidir. O küllî irâdeyi hiçbir şey sınırlandıramaz ve engel olamaz.
Bahsi geçen hakikate, yeryüzünde yaratılan dört yüz bin çeşit bitki ve hayvan türlerinin sayısız fertlerine verilen ayrı ayrı şekiller ve muayyen vaziyetler sayısız şahitlerdir. Evet, binler ihtimaller içinde bir insanın bütün âzâlarıyla bir damla nutfe suyundan yaratılması ve muazzam bir ağacın bütün dal ve budakları, çiçek ve yapraklarıyla basit bir çekirdekten icatları, Allah’ın ilim ve kudretine delil olduğu gibi, O Sanatkârda nihayetsiz bir irâde de bulunduğuna şahitlik eder. Özellikle, her bir insana diğer insanlardan farklı bir sima ve ona has bir yüz şekli verilmesi, İlâhî irâdenin varlığına en parlak ve kuvvetli delillerin başında gelmektedir. Allah dilediğini dilediği şekilde yapar, dilemediğini yapmaz.
Kâinatın ve on sekiz bin âlemin sahibi olan Allah (cc), yeryüzünde imtihan için yarattığı ve halife-i zemin kıldığı insana, o küllî irâdesinden cüz’î bir irâdeyi numune olarak vermiştir. İnsan, bir ağaç gibi irâdesiz bir varlık değildir. Allah (cc), semâvî kitaplar ve peygamberler göndererek insana bir takım teklifler yapmış, emir ve yasaklara muhatap kılmıştır. İnsan, irâdesiyle bu tekliflere müsbet veya menfî karşılık verir. İmanı sayesinde Allah’ın emir ve yasakları karşısında irâdesini doğru kullananlar ebedî mükâfatlara mazhar olurken, irâdesini ve tercihini inançsızlıktan dolayı yanlış yolda kullananlar da ebedî azaba yuvarlanırlar.
İnsana verilen cüz’i irâdenin varlığını herkes kendinde hisseder. Bir şeyi yapmak veya yapmamak tarzında insanda bir tercih hakkı ve hürriyeti vardır. Onun mâhiyetinin ne olduğunu bilmememiz, olmadığına delil olamaz. Mahiyetini bilemediğimiz için varlığını inkâr edemeyiz. Her şey bizim bilgimizle sınırlı değildir.
İnsandaki irâde-i cüz’iye icat kabiliyetine sahip değildir. İcat ve yaratma sadece Allah’a mahsustur. İnsan bir şeyi yapmayı irâdesiyle istediği zaman, Allah küllî irâdesiyle taalluk ederse o fiili icat eder. Allah’ın irâde ve kudreti olmadan insan bir parmağını bile oynatamaz.
İnsanın işlemiş olduğu fiillerin bir kısmı iyi ve güzel, bir kısmı da kötü ve çirkindir. Bütün bu fiilleri Allah yaratır. İnsan ise, tercihini bunlardan birisi istikametinde kullanır. İşte, cüz’î irâde kötü ve günahlı fiillere mercî ve dayanak olması için insana verilmiştir. Çünkü, fena ve çirkin şeyleri isteyen insanın bizzat kendi nefsi ve irâdesidir. O çirkin fiillerin sorumluluğunu da insan üstlenir. O fiilleri yaratmak Allah’a, mesuliyet ise cüz’î irâdeye âittir. Halbu ki, hayrı ve hasenâtı isteyen rahmet-i İlâhiye, icat eden kudret-i Rabbaniyedir. İnsanın hissesi onda pek azdır. İnsan onlara, Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi; iman ile, şuur ile, duâ ile ve rıza ile mazhar olur. Mazhar olduğu hayır ve hasenatla gururlanamaz. Mazhar ettiği için Allah’a şükürle mükelleftir. İşte, kader meselesinin iman rükünleri içinde olması, nefsi gururlanmaktan kurtarmak içindir. Cüz’î irâde ise, işlediği fenâlıkların mesuliyetini yüklenmek maksadıyladır. Bu mânâyı ders vermek için Cenâb-ı Hak, Nisa Sûresi 79. âyetinde şöyle ferman eder: “Sana her ne iyilik erişirse Allah’tandır. Sana her ne kötülük gelirse, o da kendi kusurun sebebiyledir.”
Ancak, kader ve irâde-i cüz’iyenin niçin iman esasları içinde olduğunu bilemeyen geniş halk kitleleri içinde çoğu insanlar, günahlı fiilleri işlediği zaman “Ne yapayım, kaderim böyleymiş, kaderde böyle yapmak varmış” diyerek mesuliyetten kurtulmak isterler. Bir takım hayır ve hasenat gibi işler yaptığında da onları Allah’tan bilmeyip, kendi nefislerine isnat ederek gururlanıp hak ve doğru olan yoldan saparlar. Bir de onları teşhir ederek âleme ilân edip, insanların alkışını ve beğenisini almaya çalışırlar. Halbu ki, Allah için değil, başkalarının rızâsını ve beğenisini isteyerek yapılan fiillerin âhirette hiçbir karşılığı yoktur. Mahşer günü Allah, o gibi insanlara “Kimin için yaptıysan, git ücretini onlardan al” diyerek amellerini onların suratına çarpacaktır. Allah, gizli şirk olan böyle amellerden hepimizi muhafaza etsin.
Evet, insana verilen irâde-i cüz’iye bu maksatlar için verilmiştir. Bahtiyar odur ki, kendisini beğenmeden ve nefsine güvenmeden, doğrudan doğruya amellerini yalnız Allah rızâsı için yapar. Bir hata ve kusur işleyip günaha girdiğinde de mesuliyeti kendi nefsine alıp, hemen Allah’tan af ve mağfiret dileyerek, tövbe ve istiğfarla o günahtan kurtulmaya ve bağışlanmaya çalışır. İşte, o zaman cüz’î irâde veriliş gayesine uygun vazife görür ve ebedî mükâfatlara lâyık olma noktasına yükselir.
Not: Değerli büyüğümüz Mevlüt Polat’ın vefat eden ablasına Allah’tan rahmet, kederli yakınlarına sabr-ı cemil dilerim. Beyin kanaması geçiren Mustafa Türkmenoğlu ağabeye de acil şifalar ihsan etmesini Allah’tan niyaz ederim.
21.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|