Türkiye’nin bir ucundan bir ucuna sonsuz hizmet var. Yine Türkiye’nin bir ucundan bir ucuna solmayan, yıpranmayan, vefakâr hizmet erbapları ve gönül insanları var. Şartlar ne olursa olsun, ahvâl nerelere giderse gitsin, kalpten kopup gelen sevginin ve sevdanın önünde hiçbir şey durmuyor ve durduramıyorlar. Küçük yaşlarımdan beri şahit olduğum ve içinde yaşadığım bu muazzez Nur ve Kur’ân hizmetinin önüne ve cengâver hâdimlerine ne takozlar konuldu, fakat bütün o barikatlar kalktı ve kalkmaya mahkûm oldu. Özellikle sevgiyle yürüyen ve herkesi kucaklayan insan ve insanların yardımcısı Hz. Allah’tır. Dâvâ onun, sevgi onun.
Türkiye bu yaşayan ecdat torunların dışında, aziz vatan toprağında medfun sayısız manevî sultanlarla dopdolu. Bunlardan bir tanesi Hz. Mevlânâ Celâleddin-i Rumî. 1948’de istiklâliyetine kavuşan Pakistan’ın iki büyük liderinden birisi güçlü şair merhum Muhammed İkbal, Pakistan havayolu ile İngiltere’ye giderken, uçakta hostese sorar: “Şimdi nerelerdeyiz?” Cevaben: “Türkiye’nin tam üstündeyiz” Anında Muhammed İkbal oturduğu koltuktan ayağa fırlar. Hostes sorar: “Hayırdır efendim?” Cevap bugünlere kadar geliyor: “Evlâdım, şu anda aşıklar sultanı Hz. Mevlânâ’nın medfun bulunduğu topraklardan geçiyoruz, hürmeten ayağa kalkmam lâzım” der.
Dünya çapındaki böyle bir gönül sultanı için BM kültür ve eğitim ünitesi olan UNESCO, Hz. Mevlânâ’nın vefatını bundan 34 yıl önce 700’ ncü senesinde “Mevlânâ ve barış” başlığıyla andı. Bu sene ise Hz. Mevlânâ’nın doğumunun 800’ncü senesi. Bu itibarla, yine aynı kurum “Mevlânâ ve sevgi yılı” olarak tekrar dünyaca anıyor. İşte bu babda Ankara-Etimesgut Yeni Asya gazetesi temsilciliği tarafından “Mevlânâ’dan Bediüzzaman’a sevgi” başlığı altında Etimesgut-Belediyesi Konferans Salonunda geçtiğimiz Pazar günü bir program vardı. Benim de aynı başlıkta bir konferans vermemi istediler. Dâvete icabet edip, gerekeni deruhte etmeye çalıştık.
Uzun yıllardır Hz. Mevlânâ programlarının her safhasında rıza-i Bârî için görevler ifa ettim, sayısız muhterem zevatla tanıştım, konuşmalar, sohbetler yaptım, eserlerini okumanın dışında, sempozyum, seminer ve konferanslarına katıldım. Kim nereden başlasa ve eserinin hangi ucundan tutsa, kaynağında sevgi, iman ve muhabbet var. İnsanlık âleminin yaşamaya mecbur olduğu hakikat. Ayrıca uluslar arası ilişkiler de, halkla ilişkiler de dünyanın akıbeti için buna muhtaç. En dar daireden en geniş daireye kadar...
Hz. Mevlânâ 7 asır önce Divan-ı Kebir eserinin bir rubâisinde diyor ki: “Canında bir can var, o canı ara. Beden dağında bir mücevher var, o mücevherin madenini ara. Ey yürüyüp giden sufi, gücün yeterse ara. Ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara.” Çağımızın Mevlânâ’sı kabul edilen Hz. Bediüzzaman ise 1900’lerin başında 24. Söz’de “Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur, hem şu kâinatın râbıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en cami’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir” der.
Her iki gönül sultanının, bu iki cümle ve tesbitinin içinde hem şeriat, hem tasavvuf, hem de hakikat vardır. İnsan bünyesine baktığı gibi, sosyal ve içtimâî bünyemize de bakmaktadır. Bunun geniş ve müdellel izah ve ispatlarını, Türkiye ve dünyadaki gelişmeleri kıyas yaparak göstermeye çalıştık. Ayrıca biz, birbirimizi kucaklarken, onlar çağ ve çağları nasıl kucakladıklarını, kendilerinden örnekler ve vecizelerle sundum.
Konferanslarıma vesile olan ve beni bir çok kesimlere muhatap kılan, vefakâr, cefakâr can dostlarıma ve Ankara’da beni hiç yalnız bırakmayan hukukçu kardeşim Ömer Peker ve açış konuşması yapan organizatör-eğitimci Sn. Dursun Sivri ve İbrahim İriboz kardeşlerim başta olmak üzere emeği geçen herkese ve ayrıca konferansımıza iştirak eden DYP Genel Bşk. Yardımcısı ve Ankara eski Valisi Sn. Saffet Arıkan Bedük ve Antakya DYP eski milletvekili Nureddin Tokdemir Beye ve diğer bürokrat arkadaşlara binler tebrikler, binler şükranlar.
23.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|