İhvan-ı Müslimin birçok alanda savunma durumunda. Bu da kendisini gözden geçirmesine ve bazen de geri adım atmasına neden oluyor. Elbette her zaman ileri adım atma iyi olmadığı gibi geri adım atma da kötü sayılamaz. Bazen mânâ doğrultusunda kalıpları gözden geçirmekte fayda var. Kemikleşme genellikle mânânın buharlaşmasıyla sonuç bulur. İhvan’ın gözden geçirdiği meselelerden birisi de Hazreti İsa ile ilgili hadislerde ifade edildiği gibi ‘vad’ul cizye’ meselesidir. Yani cizyenin kaldırılması hadisesidir. Zimmet hukuku yerine vatandaşlık hukukunun ikamesidir. Çünkü cizye hukuku aslında mütekabiliyetin bir neticesidir. Dünya mütekabiliyet sistemini aşarsa ve tek standartlı bir sistemi benimserse Müslümanlar ikili sistemde ısrar mı edecekler?
Bu hususta, yapmış oldukları gözden geçirmeleri ve fikrî muhasebenin muhassalasını El Mecelle dergisine aktaran İhvan-ı Müslimin’in Mürşid Vekili Dr. Seyyid Muhammed Habib’in bu yöndeki bazı görüşleri: “Artık devletin dinî azınlıklara vermiş olduğu vatandaşlık hakkı, zimmî hukuku veya cizye hukukunun yerine geçmiş bulunuyor. Artık cizye meselesi tarihî bir düzenleme olarak (en nesek el tarihi) kalmıştır. Yeni düzenlemeler geçerlidir. Bu anlamda Müslümanlarla gayri müslimler arasında malî düzenlemede eşitlik geçerlidir. Zekâta belki dinî bir ibadet olarak bakılabileceği gibi aynı zamanda malî bir hak ve toplumun bütün fertleri için sosyal bir güvence olarak da bakılabilir. Bu anlamda Müslümanlarla gayri müslimler yine eşit kriterlere sahiptirler. Ve görevlendirmede de ehliyet kriterleri geçerlidir. Bu anlamda, mezhebine ve meşrebine bakılmaksızın kim ehil ise o göreve atanır (El Mecelle: 17 Şubat 2007)...”
Gerçekten de Hazreti Ömer Yahudi bir ihtiyara beytülmalden maaş bağlamıştır. Devletin dininin İslâm olduğunu vurgulayan İhvan bu anlamda devlet başkanının Müslüman olması gerektiğini, onun dışında, bakanlar veya daha alt kadrolarda karma uygulamada bir beis olmadığını öngörmektedirler. Bu, geleneksel olarak Maverdi gibi Ahkâm-ı Sultaniye fıkhı yazarlarının görüşlerine de uygunluk arz eder.
***
Bu zimmîlik meselesinin İhvan-ı Müslimin’i çok rahatsız etmekte olduğu anlaşılmaktadır. Son sıralarda bütün yazarları bu konu üzerine yoğunlaşmış durumda. El Müctema dergisinin düzenli yazarlarından olan Tevfik Vai de (Ricalu’t tağyir ve’l beramic el müftera aleyh/20/2/2007 el Müctema) başlıklı yazısını bu konuya hasretmiş ve şunları söylüyor: “Müslüman Kardeşler bugün, devletin vermiş olduğu vatandaşlık ve uyrukluk hakkının ehli zimmet statüsünün yerine geçtiğini kabul etmektedir. Buna göre vatandaşlık haklarda ve görevlerde eşitliği getirmektedir. Aile hukuku meselesinde ise her kesim kendi dini hukukuna tabidir. Bu anlamda İhvan, toplumun ehil ve üstün yetenek ve kadrolardan mahrum kalmaması için gayri Müslimlerin devlet başkanlığı hariç bütün görevlere getirebileceğini kabul etmektedir. Buna bakanlıklar müsteşarlıklar ve müdürlükler de dahildir.
Müslüman Kardeşler’in İslâm âlemindeki gayri Müslimlerin statüsüyle ilgili tavrı bellidir. Bunda herhangi bir bulanıklık yoktur. Onlar Müslümanlarla vatanda ve vatandaşlıkta ortaktırlar. Millî mücadelede de kardeşimizdirler. Maddî-manevi bütün vatandaşlık haklarına istisnasız haizdirler. Onlara karşı iyilik ve hayırda yardımlaşma İslami farizedir ve Müslümanlar bu görevi hafife alamazlar. Dinde zorlama yoktur. İnanç hürriyeti garanti altında olduğu gibi düşünce hürriyetleri de tekeffül edilmiştir. Onlardan, İslam hukukuna göre davranmaları beklenemez. Kendi hukuklarına göre muameleye tabidirler. Evliliklerini kendi cemaat kurallarına göre düzenlerler. Kendi miras hukuklarına tabidirler. Yeme ve içmede Müslümanlara olan yasaklara da tabi değildirler. İçki veya domuz eti gibi hususlarda kendi kurallarına göre yaşarlar...”
Müslümanlar ehl-i zimmet hukukundan feragat ediyorlar, ama laik devletin geliştirdiği laik zimmet hukuku hâlâ geçerli. Bu anlamda Türkiye’deki uygulamanın aşılmasını isteyen dinî azınlık temsilcileri Aksiyon dergisine göre normal vatandaşlık istiyorlar. Bazen teoride, bazen de uygulamada aksaklıklar olabiliyor. Elbette bu sadece Türkiye’ye mahsus değil. Yunanistan’dan ABD’ye kadar Hıristiyan ülkelerin tamamına yakınında bazen teoride bazen de uygulamada vatandaşlık kısıtlamaları var. Özellikle de Müslümanlara karşı bu kısıtlamalar çifte standart olarak nitelendiriliyor.
***
İhvan’ın bu hususta görüşleri anlaşılmış bulunuyor. Ama yine de yaşadıkları ülkelerde dinî parti olma istekleri yönetimlerle aralarında sürtüşme nedeni oluyor. En son Mısır Başbakanı Ahmet Nazif: “Dini temelde kurulacak partilerin yasaklanması vazgeçilemez bir prensiptir’ diyor. Buna mukabil, Muhammed Habib bunu savunuyor. Burada da bir sağırlar diyalogu mevzubahis. İhvan’ın da hükümetin de haklı olduğu noktalar var. İhvan, kuralların dine ve anayasaya uygun olması gerektiğini savunuyor. Bunu savunurken dini partileri de bunun siyasi aracı olarak görüyor. Buna mukabil, Mısır hükümeti de diğer hükümetler gibi İslam’ın umumi bir değer olduğunu özelleştirme kabul etmeyeceğini ve dini partilere izin verilmesi halinde bunun istismara ve haksız rekabete yol açabileceğini öngörmektedir. Bu anlamda, İhvan dini parti meselesini aşmalıdır. Belki sadece manevî hizmetlerle sınırlı bir alanda faaliyet göstermeli, parti değil örgüt değil, sadece cemaat olmalı. Cemaat da kimlik cemaatı değil hakikat cemaati olmalıdır.
23.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|