Gizli anayasa olarak bilinen, kapağı yıllarca kırmızı basıldığı için kırmızı kitap da denilen, ama son şeklinde renk değişikliği yapılarak mavi kapakla basılan ve bu sebeple artık mavi kitap olarak anılması gereken Millî Güvenlik Siyaset Belgesinde iç tehdit sayılan unsurlardan biri de “mafyalaşan aşırı sağ” oluşumlardı.
Ama bu değerlendirme, önceki yılın ikinci yarısında MGK’daki sancılı bir sürecin ardından belgede yapılan ve geçen yıl bu vakitlerde Bakanlar Kurulu tarafından onaylanarak yürürlüğe giren son güncellemede metinden çıkarıldı.
Tabiî, bunları belgeyi görerek değil, konuya ilişkin haberlerden okuyarak öğrendik. Çünkü söz konusu belge “gizli.” Ama ne hikmetse içeriği ve güncellemede yapılan değişiklikler, ânında dışarı sızıyor ve basın haberlerine konu oluyor.
Ayrıca yine aynı “gizli” belge, çete mensubu olmakla suçlanan bazı muvazzaf subayların veya çete liderlerinin kasasında ele geçiriliyor!
İşin o boyutuna kısaca temas edip geçtikten sonra iç tehdit değerlendirmesinde yapılan değişikliğe devam edecek olursak: Böyle bir kararın nasıl bir gerekçeyle alındığını bilmiyoruz.
Kararın son dönemde yeraltı dünyasının bazı “medyatik” isimlerinin peş peşe yapılan operasyonlarla içeri tıkılmasıyla, o cenahta artık tehdit oluşturacak bir durumun kalmadığı yönündeki bir tesbite mi dayandırıldığı da meçhulümüz.
Buna karşılık, yine son yıllarda “ulusalcı, Kızılelmacı, kuvayı milliyeci” adları altında örgütlenen birtakım esrarengiz oluşumların aktivitelerini hep beraber takip etmekteyiz.
Danıştay saldırısından sonra daha çok konuşulur ve tartışılır hale gelen bu örgütler, Hrant Dink cinayetinin ardından gündemin ilk sıralarına yerleştiler.
Kamuoyu şimdi loş ve izbe mekânlarda Kur’ân, bayrak ve silâh üzerine yapılan “ölme ve öldürme” yeminlerini, hazırlanan hain listelerini, silâhlı eğitim kamplarını ve motorize “müdahale” ekiplerini, farklı kuvacı örgütlerin ilişki ve ihtilâflarını anlamaya ve çözmeye çalışıyor.
Giderek güçlenen beklenti ise, hukuk çerçevesini fazlasıyla aştıkları aşikâr olan bu örgütlere karşı adliye mekanizmasının işletilmesi.
Ve bu noktada biraz geç ve yavaş da olsa hareketlenmenin başladığı gözleniyor. Özellikle İstanbul Valiliğinin bu yönde yaptığı suç duyurusu önemli. Bakalım, arkası nasıl gelecek?
Bu meyanda bir diğer beklenti de, çoğunda emekli subayların boy gösterdiği söz konusu örgütlerle ilgili olarak Genelkurmay’ın da tavrını açık ve net bir şekilde ortaya koyarak, bunları reddettiğini kesin bir dille deklare etmesi.
Siyaset arenasında bu oluşumlarla irtibatlandırılmaya en elverişli partilerden biri durumundaki MHP’nin lideri, “Milliyetçi hareketin ulusalcılık gibi kavramlarla, ulusalcı cephe, kuvayı milliye ve benzeri isimler altında faaliyet gösteren akımlarla ve oluşumlarla fikrî ve siyasî hiçbir benzerliği, yakınlığı ve birlikteliği yoktur ve olması mümkün değildir” diyerek bunu yaptı.
Genelkurmay da, bazıları kendilerini TSK ile içli dışlı göstermeye çalışan, paşalarla irtibatlı olduklarını, onlardan destek ve bilgi aldıklarını iddia eden; bazıları da “Genelkurmay Başkanı dahil, generallerin kellesini almak”dan dem vuran bu örgütlerle ilgili net tavrını açıklamalı.
Ve bu açıklama daha fazla gecikmemeli.
23.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|